VICDAN MUHASEBESİ

Değerli okur-yazarlar merhaba, Günümüz dünyasında insanoğlu öylesine derin bir egoizme gömülüdür ki, kendisinden başka hiçbir varlığı, hiç bir olguyu görememektedir. Fakat bunun yanında, ağzını açan her kimse insanlıkla başlıyor, insanlıkla bitiriyor demeçlerini. Politikacılardan, din adamlarına kadar, istisnasız herkesin tek kaytı bu. Hepsinin yaptığı şey; kendi dışındaki kesimlerin suyunu bulandırmak, onların önlerini görmelerini engellemektir. Peki, “Bizler, binnn yıllardıır kardeşiz…” ve benzeri söylemler, demeç ve nutukları neyi hedeflemektedir

O zaman, hiç de işi sağa sola, yukarıya aşağıya çekmeden, yalın haliyle baktığımızda, bu yaklaşımın insanlıkla bir alakası var mıdır? Dönemsel olarak, hangi mevzu ne kadar efektiftifse, o an ona sarılarak kitleleri manipüle edip, halk yığınlarının minimum hak ve özgürlüklerini yok saymak, insanlığın hangi kitabında yazılıdır?!
Genel anlamda dünyada yaşanan bu olguyu, özele indirgeyip somutlaştırmazsak, birbirimize birşey anlatamayız diye düşünüyorum. Bizler Anadolu insanlarıyız.

Ah şu yaşadıklarımızı tarih bir yazsa! Bizler çocukken, -ilk okula giderken daha- öğretmenlerin karakter olarak en zayıf olan, bir yada bir kaç öğrenciyi “inzibatlıkla” ödüllendirip görevlendirerek; Kürtçe konuşan çockları dinleyip ispiyonlamasanı isterlerdi. Öğretmenler, O Kürtçe konuşanları, diğer öğrencilerin önünde kıyasıya döverek, diğer öğrencilere aynı hatayı işlememeleri konusunda uyaran gözdağına boğarlardı. Asimilasyonun en yaman yıllarıydı o yıllar…
Tek tip insan yaratmak istiyorlardı. Herkes “Türk” olacaktı. İletişim araçları yoktu. Birer, ikişer radyo bulunurdu köylerde. Kontrollü yayınlar yapan radyolardı. Bizler biraz büyüdükçe, siyah beyaz televizyonla tanıştık. İstiklal marşı ile başlayan, istiklal marşı ile kapanan programlar izletilirdi. Televizyon sayıları arttı. Programlar zenginleşti. Zihniyet aynı! Koca koca profesörler çıkardı televizyonlara… Kostalı kravatlı. Bir tane ‘Manisalı’ vardı, ki hiç unutmam. “Kürtçe’nin bir dil olmadığını, Kürt denen bir halk olmadığını, onların sınır boylarında yaşayan Türk kavimleri olduğunu; konuştukları dilin sınır ülkelerin dillerinden etkilenme bir lehçe olduğunu…” söylerlerdi. Bilim adına, bir halkın kendisini inkar etmesini tembihliyorlardı. Peki insanlar inanıyor, ya da itibar ediyorlar mıydı? İsterse etmesinler! O yol tutmazsa, başka yollar denenirdi. Bir zamanlar, Anadolu’da yaşayan diğer kadim halklara yaptıkları gibi…
Gün gelir oyunlar bozulur.

Gün gelir oyunun kuralları yeniden tertiplenir. Gün gelir yalancılar, inkarcılar, riyakarlar… gözlerine inanamayacak kadar şaşırırlar. Kürtler dirilişi yakalar, özgürlüğe koşarlar… Şimdi sıra diğerlerinde… Bekleyin! Geliyorlar. Anlatın bakalım şimdi İzmirliler’e, Bursalı, Antalyalı, Balıkesirliler’e… Anlatın Batı-Anadolu’ya. Yıllarca, on-yıllarca anlattığınız yalanlara ne kadar kandılar acaba? Anlatın bakalım, politikacılarınızla, gazetecileriniz, terör uzmanlarınız, stratejik araştırma merkezleriniz, bilim yerine yalan üreten profesör ve dekanlarınızla anlatın bakalım… Kandırabilecek misiniz gerçekten?

Ey insanla başlayan ve insanla bitiren sahtekarlar, -dürüstçe insana yaklaşanşları tenzil ediyorum tabii- bir halkın asgari hak ve özgürlüklerine kavuşması için, daha kaç kişi canından olsun istiyorsunuz? Kürtler’in, yirmi birinci yüzyılda, kendi anadilinde eğitim yapma istemi, çok mu aşırı bir istemdir? Böyle giderseniz eğer, savunduğunuz politikalar iflas ettiği gibi, inandığınız dini değerler de inandırıcılığını yitirecektir…

Karar sizin!
Sonuç olarak, Anadolu halklarının bütünen bu gidişata dur demesi için bundan daha iyi bir fırsat olamaz. Olan, halka ve çocuklarına oluyor… Yanılıyor muyum dersiniz. Herkesi derin bir vicdan muhasebesine davet ediyorum… Saygılar selamlar M.Z. Doğan

Please follow and like us:
Pin Share
Editör hakkında 223 makale
Bilen bilir

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın