1. TAVKİRAR ŞİİR VE HİKÂYE YARIŞMASI HİKAYE DALINDA 2. LİK ÖDÜLÜ ALMAYA HAK KAZANAN ESER:

Gectiğimiz yıl ilkdefa (1.) yapılan Tavkirar Şiir ve Hikâye Yarışmasını kazanan şiir ve hikâye eserleri;
Hikâye dalında ikinci olan Eser;

 

VAZO

Kapıyı yavaşça açtı. Sessiz adımlarla içeri geçti. Elindeki çiçek demetini yatağın hemen bitişiğindeki sehpanın üzerine bıraktı. Sandalyeye oturup elli sekiz yıl aynı yastığa baş koyduğu eşini, Songül Hanım’ı seyre daldı. Dile kolay, tam elli sekiz sene… Kimi insanlar birbirlerine birkaç ay tahammül edemezken böylesine uzun bir zaman dilimini geride bırakmak herkesin başarabileceği bir şey değildi.
Eşinin geç uyanabileceğini düşünen Ahmet Bey, çiçekler solmasın diye onları suya koymak istedi. Sandalyeden kalkerken biraz zorlandı. Son zamanlarda beli ağrıyordu. Çocukları onu doktora götürmekte ısrar ediyor, ancak Ahmet Bey buna gerek olmadığını düşünüyordu. Çünkü yaşlandığının, bazen canını yakan acıların yaşlılıktan ileri geldiğinin elbette farkındaydı.
Mutfakta birkaç çekmeceyi yokladı. Kapaklarını dikkatle açarak üst rafları inceledi. Sonunda aradığı vazoyu buldu.
Porselenden yapılmış, beyaz zemin üzerine rengârenk çiçek motiflerinin işlendiği sağlam bir vazoydu. Vazoyu eline alınca Ahmet Bey birdenbire hüzünlendi. Acının en koyu hâli, yüreğinin orta yerine çörekleniyordu. Sarsılmıştı. İhtiyarlık çizgilerinin çevrelediği gözleri yaşardı. Küçücük bir gözyaşı damlası kendini daha fazla tutamayıp yüzündeki kırışıklıkları takip ederek yanağından aşağı doğru süzülmeye başladı. Masanın köşesine tutunarak dengesini sağlayabildi. Oturdu, vazoyu masanın üstüne bırakıp gözlerini ona dikti.
***
Bu vazo, eşine aldığı ilk hediye idi. Ahmet Bey, Songül Hanım ile evlenmeden önce onunla birkaç sene görüşmüş, birbirlerini iyice tanıma fırsatı bulmuşlardı. Günün birinde ona bir hediye almaya karar vermişti. İzmir’in deniz kokan eşsiz sokaklarındaki sağlı sollu dükkânları tek tek yoklamış fakat içine sinen anlamlı bir hediye bulamamıştı. Evet, alacağı hediye sıradan, herkesin düşünebileceği bir şey olmamalıydı. Az sonra İzmir’in gözbebeği tarihî Kemeraltı Çarşısı’na varmıştı. Kızlarağası Hanı’na geçti. Kolyeleri, bileklikleri, elbiseleri incelemeye koyuldu. Uzun bir süre dolaşmasına rağmen aradığını -gerçi ne aradığını tam olarak bilmiyordu- bulamadı. Çıkış kapısına yöneldiği sırada birinin kendisine seslendiğini duydu:
“Evlat, aradığını bulamadın mı?”
Sesin geldiği tarafa baktı. Orta yaşlarda, saçları seyrelmiş, insana huzur veren bakışlara sahip bir adam dükkânın önünde ellerini göbeğinin üzerinde birleştirmiş vaziyette öylece duruyordu. Nedense bu görüntü hoşuna gitmişti. Karşılık verdi.
“Evet amca, ne yazık ki aradığımı bulamadım.”
Adam gülümseyerek Ahmet’i yanına çağırdı.
“Gel bakalım, belki burada bulursun.”
Ahmet dükkâna şöyle bir göz gezdirdi. Burada daha ziyade gümüş takılar vardı. Kolye, bilezik, yüzük, plak, eskilerden kalma film afişleri… Zaten handaki dükkânların hemen hepsinde buna benzer eşyalar satılıyordu. Yine de umutla adama doğru yöneldi.
“Hoş geldin. Otur bakalım, sana bir kahve söyleyeyim.” diyerek hemen kahveci çırağına seslendi. Tekrar dönüp:
“Eee, söyle bakalım, nasıl bir şey bakıyorsun?”
“Bir sevgilim var, ona hediye almak istiyorum. Ama sıradan bir şey olmamalı. Hediyeye güzel bir anlam yükleyebilmeliyim.”
Adam, gözlerini yere indirip birkaç saniye düşündü. Sonra ani bir hareketle rafların birinden beyaz bir vazo aldı. Gülümseyerek Ahmet’e uzattı.
Ahmet şaşırmıştı. Evet, vazo sıradan bir hediye değildi, çünkü hediye olarak pek tercih edilmezdi. Canı sıkıldı. Adam bunu anlamış gibi konuşmaya başladı:
“Bak evlat, bu gördüğün, beyaz, porselen bir vazo. Ancak böyle kalmayacak. Beni izle.” dedikten sonra yerdeki poşetlerden birini açtı, içinden çeşitli boyalar çıkardı. Bu sırada Ahmet, şu meşhur ‘Fincanda Pişen Türk Kahvesi’ni yudumluyordu.
Adam, seri hareketlerle vazoya çeşitli çiçek motifleri işliyordu. Birkaç dakika içinde beyaz vazo, farklı çiçek desenleriyle bezenmiş harika bir süs eşyasına dönüşmüştü. Gerçekten hoş olmuştu. Boyama işini bitiren adam, vazoyu havaya kaldırıp anlatmaya başladı:
“Vazonun beyaz zemini, aşkınızın berraklığını simgeliyor. Buradaki bütün çiçekler başlı başına sizsiniz. Çiçek gibi huzurlu, çiçek gibi renkli, umutlu, çiçek gibi görülmeye ve sevilmeye değer… Rengârenksiniz, iyilik, güzellik, mutluluk adına ne varsa hepsini renklerinizde taşıyorsunuz.”
Ahmet, adamın söylediklerini şaşkınlıkla dinliyordu. Ne güzel bir düşünceydi bu.
“Çizdiğim motifler bu vazoyu asla terk etmeyecek. Siz de içinizde büyüttüğünüz sevgiyi hiçbir zaman terk etmeyin. Karşınıza çıkan zorluklar, kimi zaman tepenizde dolaşan kara bulutlar, karanlık hisler, sizi sevgiyle yürüdüğünüz yoldan alıkoymasın. ”
Ahmet büyülenmişti adeta. Adamın uzattığı vazoyu eline aldı. Desenlerine uzun uzun baktı. Neden sonra kendine geldi. Teşekkür ederek “Borcum ne kadar?” diye sordu.
“Evlat, ben senin gözlerinde tertemiz aşkı gördüm. Ne zamandır böylesine berrak bir duygunun yansıdığı gözlere tanık olmamıştım. Bu vazo size ve aşkınıza armağanımdır. İkinize de sonsuz mutluluklar diliyorum.”
Ahmet tekrar teşekkür ederek dükkândan ayrıldı. Elinde tuttuğu çiçek motifleriyle süslenmiş porselen bir vazodan ibaretti. Ama bu sadece gözlerin gördüğüydü. Bir de gözlerin görmediği, zihnin fark ettiği taraf vardı ki şimdi bunu çok daha iyi anlıyordu. Aradığı hediyeyi bulmanın sevinciyle, içinde kıpır kıpır bir heyecanla evin yolunu tuttu.
***
İlk hediye, hediye ile gelen sevinç çığlıkları, hediyeye yüklenen anlamların müthiş yansıması… Ahmet Bey bütün detayları sanki her şey daha dün yaşanmış gibi hatırlıyordu. Geçmişin güzel hatıralarını bıçak gibi kesen o cümleler, şimdi yüreğini sıkıştıran duvarlarda yankılanmaktaydı: “Ahmet Bey çok üzgünüm ama Songül Hanım için yapacak bir şeyimiz kalmadı. Hastaneden çıkarıp evinize götürün. Son günlerini sevdikleriyle birlikte geçirsin.”.
Masadan güç alarak ayağa kalkan Ahmet Bey vazoya su doldurdu. Ağır adımlarla salona geçip eşinin yanı başına oturdu. Çiçeklerin paketini çıkardı, çiçekleri özenle vazoya yerleştirdi. Yere düşen süs kâğıtlarını, kurdeleyi toparlayıp aldı. Sonra tekrar salona gidip sandalyeye oturdu. Eşini seyretmeye devam etti. Ağlamaklı şekilde şöyle diyordu:
“Bir tanem, yarım asırdan daha fazla oldu, çiçek motifleri vazoyu terk etmedi. Senin de beni terk etmeyeceğini biliyorum.”
Songül Hanım gözlerini açıp Ahmet Bey’e baktı. Minnetle gülümsedi. Sonra vazoyu fark etti. Gözleri yaşardı. Ahmet Bey’in elini sıktı.

Osman ARŞIN (Menderes – İzmir)

Please follow and like us:
Pin Share
Editör hakkında 223 makale
Bilen bilir

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın