Karga ile Baykuş

Kar yüklü bulutlar gökyüzünü çevrelemişti ve kar lapa lapa yağıyordu. Soğuklar bastırınca göçmen kuşlar daha sıcak yerlere göç etmek zorundaydı. Kargalar gökyüzünde siyah bir nokta halinde uçuyordu. Kanat çırpışları hızlı, aynı ahenkle gak gak diye bağırıyor, “biz sıcak iklimlere gidiyoruz” diyorlardı âdeta. Kanatlarını ne kadar hızla çırparlarsa o kadar erken varabilirlerdi gidecekleri yere. Gökyüzü kuş sesleriyle dolmuştu. Yalnızca kargalar göç etmiyordu; sığırcıklar, turnalar, yaban ördekleri de göçüyorlardı. Bir şarkının nakaratı gibi sürekli olarak tekrarlanıp duruyordu bu sahne her yıl gökyüzünde. Karga sürüsü uzaklaştıkça küçülüyor, küçük siyah bir benek hâlini alıyordu. Birden içlerinden biri boşluğa düştü, yere doğru fırıldak gibi dönmeye başladı. Sürü umursamadı bile. Yoluna devam etti. Güçlüler ayakta kalacak; yoluna devam edecekti. Güçsüz olanın yeri yoktu bu mücadelede…

Güçsüz karga feryat figan ederek F Tipi cezaevinin kocaman çatısına düştü. Bunca yükseklikten düşmesine karşın, çatı üzerinde birikmiş yeni yağmış pamuk gibi yumuşacık kar onu yaralanmaktan ve de ölmekten kurtarmıştı. Yalnızca sersemlemiş kısa süreli bir baygınlık geçirmişti. Düşmenin tesiriyle kendini çatıda, kar yığının üzerinde bulmuş, oracıkta yığılıp kalmıştı.

Kendine gelir gelmez kanatlarını çırparak silkindi, üzerindeki birikmiş karlardan kurtuldu. Gözlerini yukarılara dikti, çok uzaklara baktı. Hiçbir şey görünmüyordu; yalnızca lapa lapa kar yağıyordu. Kanatlarını çırptı, uçarak arkalarında yetişmek istediyse de başaramadı bunu. Bir kez daha yığılıp kaldı olduğu yere. Güçsüz ve çelimsizdi. Kendini yorgun ve çaresiz hissediyordu. Zaten bu yüzden düşmemiş miydi? Kaderine boyun eğdi, bir daha da uçmayı denemedi.

Hava soğuktu; bu ayazda kalırsa, donup ölebilirdi. Öncelikle başını sokacak sıcak bir yer, bir kovuk bulmalıydı. Aramaya başladı. Zordu ama bulmak. Her yer karla kaplıydı. Yine de sürdürdü aramasını. Tam yenilgiyi kabul ediyordu ki, önünde, az ötesinde bir kovuk gördü. Umutlandı birden. Cesaretlenmişti. Son bir gayretle kovuğa yönelip gitti. Başını kovuğun içine sokması ile dışarı çıkarması bir oldu. İrkildi korkmuştu. “Defol buradan rezil karga!” diye bağırdı kovuğun sahibi. Bu bir erkek baykuştu; başı kocaman, tüylü ve kuyruğu kısacıktı. Öne doğru yönelmiş, iri gözlerinde şimşekler çakıyor, nefretle soluyordu. ”Kendi çöplüğüne dön!” diye bağırdı. “Bizi rahat bırak!”
“Bana kızmayın bay baykuş, kötü bir niyetim yok benim” diye yalvardı güçsüz karga.”Donuyorum, başımı sokacak sıcak bir yer arıyorum yalnızca. Bahara kadar kalayım, sonra giderim. Size söz veriyorum.”
“Olmaz, olamaz!” diye kestirip attı erkek baykuş. ”Benim de bir ailem var” diye ekledi. “Yeterli yiyeceğimiz yok zaten. Kış vaktidir, yiyecek bulmak da zor. Bakamam sana, boşuna yorma çeneni.”
“Ne olursunuz bay baykuş acıyın bana, merhamet edin.” diye üsteledi.“Sizden yemek de istemem. Yalnızca kalacak bir yer istiyorum.”

Gürültüye ve bağrışlara uyanan bayan baykuş iki yavrusuyla çıkageldi, kovuğun girişine. Bayan baykuş kocasında iriydi. . Gagası kıvrık, pençeleri keskin, kanca tırnaklı ve döner parmaklıydı. Kocasına; “Burada neler oluyor?” diye sordu. Sesi ürkünçtü.
“Bir şey yok hayatım. Şu sefil karga sürüden düşmüşmüş, kendine sığınacak bir yer arıyor.”
“Olmaz olmaz, kalmasına izin veremeyiz. Biz zaten zor sığıyoruz… Kesinlikle olmaz!” dedi. Karganın suratına tiksintiyle baktı. “Siz kargaları çok iyi bilirim. Dost olmaz sizden” dedi. “Tohum, leş ve küçük kuşları avlayıp yersiniz. Yetmezmiş gibi kuşların yuvalarında yumurta ve yavrularını çalar, ekinleri kırıp zarar verirsiniz. Bu yüzden çiftçiler sevmez sizi. Bir de fare ve yavru tavşanları da avlarsınız… Benim de iki yavrum var. Onlara zarar gelsin istemem” diye son noktayı koyuverdi bayan baykuş.

İki küçük yavru baykuş, meraklı gözlerle, karşılarında soğuktan tir tir titremekte olan güçsüz kargaya bakıyorlardı. Bakışlarında sevgi ve merhamet parıltısı vardı. Bir ağızdan:
“Ne olursun anne ona bir yer verelim. Yanımızda kalsın.” Dediler. ”Baksanıza zavallıcık nasıl da titriyor, neredeyse donacak”
“Hayır, olmaz!” gibilerden kıvrık gagasını yukarıya kaldırdı baba baykuş.
“Ne olursun baba, anne” diye yalvarmaya, yakarmaya başladılar. Ardından ağlayıp, sızlanmaya… Baba ve anne baykuş yavrularının ağlayıp sızlanmalarına daha fazla dayanamayıp yumuşadılar biraz. Aralarında konuşup,
“yanımızda kalabilir ama bir şartımız var: Eski kullanımda olmayan kovukta kalacak. İç işlerimize karışmayacak. Ve sizinle arkadaşlık kurmayacak. Elbette siz de onunla… Anlaştık mı?”
Başkaca çareleri olmayan iki yavru baykuş, “Anlaştık” dedi.

Havalar gittikçe soğuyor, yağan kar üst üste yığılıyor, büyüyordu. Kar kalınlığı bir metreyi geçmişti. Kovuk sıcaktı ve bay ve bayan baykuş bir köşede sızıp kalmıştı. Yavru baykuşlardan biri, ötekini, gagasıyla dürterek uyandırdı. “Abla, uyansana” diyordu.
Abla uyandı. “Ne var, yine ne oldu?” dedi.”İki de bir uyandırıp duruyorsun beni.” Diye sitem etti kardeşine.
“Hiç” dedi.”uyuyamadım, uykum kaçtı da.”
Abla baykuş nedenini iyi biliyordu oysa. Göz ucuyla anne ve babasını kontrol etti. İkisi de mışıl mışıl uyuyordu. Tam harekete geçecekleri anda birden baba baykuş uyanıverdi. Yavru baykuşlar oldukları yerde uyuyormuş numarası yaptılar. “Yiyecek bir şeyler bulmalıyım” diye kendi kendine söylenerek, kovuktan çıktı bay baykuş, bir insan boyunu aşan kanatlarını çırparak sessizce uçup karanlığa karıştı.
Yavru baykuşlar rahatladı. Depoladıkları yiyeceklerin içinden birkaç parça eti kursaklarına indirdiler hemencecik. Diğer kovuğa, güçsüz karganın olduğu bölüme sessizce geçtiler. Uyandırdılar onu. Korkmuştu güçsüz karga.”Korkma, “dedi abla baykuş. “sana yiyecek bir şeyler getirdik”

İki yavru baykuş, anne ve babalarından öğrendikleri gibi, kursaklarındaki yiyeceği güçsüz karganın ağzına kusup yedirdiler ona. Karnı doyunca, mutlandı, gözlerine fer gelmişti. Minnettardı onlara. Hem barınacak yer vermişler hem de karnını doyurmuşlardı.
“Sağ olun kardeşlerim” dedi güçsüz karga -ki şimdi kendini güçlü hissediyordu.
“Bizim yerimizde kim olsa, aynısını yapardı” dedi abla baykuş mütevazı bir şekilde.
“Gidelim abla, babamız dönmeden.”

Kovuklarına dönüp huzur içinde uyudular.

Günler geçtikçe karga ile iki yavru baykuşun arkadaşlıkları ilerliyor, aralarındaki bu köprü dostluk bağları ile güçlü bir şekilde örülüyordu.
Anne ve babalarının birlikte ava çıktıkları bir gecede, kargayı ziyarete gittiler. Küçük baykuş, kendini tutamayarak, “siz kargalara hem aptal hem de besle kargayı oysun gözünü sözünü neden diyorlar?” Diye sordu. “Anne ve babam karga ile tilkinin masalını anlatıp duruyor ikimize… Doğru mu bu?”
Abla baykuş, kardeşine çıkıştı, kızdı ona.”Ne dediğinin farkında mısın kardeşim?” dedi. “Çabuk özür dile!”
“Özür dilerim karga kardeş. Özür dilerim.”
“Ben gücenmedim ki!” dedi karga.”Hem iyi ki sordunuz! Olayın aslını anlatmamı ster misiniz?
Başlarını “isteriz” anlamında sevinçle aşağıya doğru salladılar.

Karga başladı anlatmaya:
“Bir gün dedelerimin dedelerinden biri, çöplükte bir parça beyaz peynir bulmuş, onu yerden alarak, uçup bir dala konmuş. Peynir gagasındaymış hâlâ. Oradan geçmekte olan kurnaz tilki, dedemi ve gagasındaki peyniri görmüş. Ve ‘karga kardeş,’ demiş. ‘Ne güzel sesin var senin’ O da bu iltifat üzerine şişinmeye, havalara girmiş hemen. Kurnaz tilki ‘karga kardeş ne güzel sesin var senin’ diye başlamış yinelemeye. ‘Bir kez ötüver de, herkes duysun, kıskansın sesini’ O da gaza gelmiş hemen oracıkta. ‘Gak’ deyince, ağzındaki peynir yere düşmüş, tilki yerdeki peyniri kaptığı gibi, sinsi sinsi gülerek uzaklara, ta ormanın içerlerine doğru kaçıp gözden kaybolmuş… İşte hikâyenin aslı budur” dedikten sonra iki yavru baykuşa dönerek;
“Size daha sonra ne olduğunu, masalın sonunu da anlatayım” deyip başlamış anlatmaya:
“Buradan atalarım kıssadan bir hisse çıkarmışlar. O günden sonra bir daha aynı hataya düşmemiş, peyniri de tilkiye kaptırmamışlar. Tilki her seferinde ağacın altında, eli boş, boynu bükük ve avucunu yalar bir hâlde ayrılmak zorunda kalmış… Annem bunu bana sıklıkla anlatır ‘hatalardan ders çıkarmayı, aynı hataya ikinci kez düşmemeyi’ öğütler durur hep.” Annesi aklına düştü birden. Üzüldü, özlem duyuyordu. ”Canım annem,” diye hayıflandı.”Yanımda olsaydın şimdi. Ne çok özledim seni bir bilsen.”
Kargayı büyük bir dikkatle dinleyen abla baykuş, “sağ ol karga kardeş.” dedi.”Bu öğüdünü hiçbir zaman unutmayacağız!” Kardeşine dönerek,
“Değil mi kardeşim?” dedi.
“Evet, abla unutmayacağız”

Kovuklarına döndüler. Abla ile kardeş baykuş kendi aralarında konuşuyorlardı. “Abla,” dedi merakla.”karga neden bizim kardeşimiz olamıyormuş?”
Abla baykuş, “beni iyi dinle kardeşim,” diye söze başladı.”Bu doğanın bir yasasıdır. Her canlı kendine benzer bir canlı meydana getirir. Bu böyledir hep. İnsandan insan, serçeden serçe, kargadan karga, baykuştan baykuş türer…”
Abla baykuş kardeşini kanatlarının altına aldı, onu gagasıyla sevip okşadı.”Başka canlıları da sevebiliriz” dedi.”Onlarla dost da olabiliriz.”
“Abla ‘hem onları sevmeliyiz’ diyorsun hem de babam ve annem onları avlayıp getiriyor sonra oturup birlikte yiyoruz. İşte ben bunu anlayamıyorum!”
Abla baykuş böylesi bir sorunun karşısında bocaladı, ne diyeceğini bilemiyordu. Başını yere eğip bir süre düşündükten sonra,
“bu da doğanın bir yasasıdır kardeşim.” dedi ve ekledi. ”Canlılar yaşamak zorundadır. Bunun için su, hava, et, protein gibi şeyler gerekli… Bir keresinde babam anlatmıştı; oradan biliyorum ben de… Mesela kuşlar tarlalar için zararlı olan sinekleri, solucanları yerler ve bu sayede toprak verimli olur. Fareler tahıl ambarlarını, kemirerek her şeyi yiyerek zarar verirler. Biz de fareleri yiyip fazla zarar vermelerini engellemiş oluruz. Kısacası kardeşim her canlı başka bir canlıyı yiyerek yaşamını sürdürür. Ama insanlar farklı kardeşim. Onlardan uzak durmalıyız. Doymaz onlar. Önüne gelen her şeyi avlarlar. Uzak durmalıyız onlardan.”
“Peki ya denizler de mi böyledir?”
“Oralarda da büyük balıklar küçük balıkları yer”

Ablasını dinlerken, gözleri yorgunluktan kapandı, derin bir uykuya daldı.

Günler birbirlerinin ardına sıralanmış taşıtlar gibi hızla ilerliyordu… Havalar ısınmaya, karlar erimeye başlamış çatıdan aşağılara süzülüyordu. Bahar “ben geliyorum” diyordu sevinçle. Mart kedileri çatılara çıkmış, flört ediyor, baharın gelişini kutluyordu. Doğa yeşil örtüsünü tekrardan giyinmeye başlamıştı.

İki yavru baykuş uyanmış, etraflarına merakla bakınıyorlardı. Karlar erimiş, ortalık ısınmış, bahar gelmişti. Baharın gelmesine sevinemediler, üzgündüler. Söz vermişti çünkü karga, ”Bahar gelince gideceğim buralardan” demişti.

Ve gelmişti bahar…

Please follow and like us:
Pin Share
Necmettın YALÇINKAYA hakkında 9 makale
Necmettin Yalçınkaya 2 Şubat 1960‘da Kars Sarıkamış’ta doğdu. Doğumundan çok kısa bir süre sonra İzmir’e taşındı. Namık Kemal Lisesi Edebiyat Bölümünü 1978’de bitiren Yalçınkaya, Edebiyata Ortaokul yıllarında ilgi duydu, okul dergilerinde deneme ve makaleler yazdı… 78 kuşağından olan Necmettin Yalçınkaya 1980’lerin cezaevleri ile tanışmasını sağladı ve öykücülüğünü ilerletmesini sağladı. 2003 yılından beri İsviçre’de politik sığınmacı olarak yaşayan Yalçınkaya, İsviçre’de çıkmakta olan Bakış Dergisi başta olmak üzere pek çok yerel gazete ve İnternet gazetesinde yazı ve makaleleri yayınlandı. Bazı öykü ve şiirleri Almanca olarak yayınlandı. Evli olan Yalçınkaya, iki kız babasıdır. Yalçınkaya’nın yayınlanmış eserleri: Anamdan İnciler 2011 Anadolu Ofset 12 Eylül’de de Çok Güldük nitekim! 2012 Ozan yayıncılık 2013 Mendil Sen Kokuyordu Ozan yayıncılık İletişim: n-yalcinkaya@windowslive.com

3 yorum

Bir yanıt bırakın