DELALET ve CEHALET

Değerli arkadaşlar merhaba! Bazı aralıklarla bu pencereden sizlerle karşılaşmaya çabalıyorum. Bu güne kadar, genelde Orta-Doğu, özelde kendi topraklarımız olan Anadolu’da gelişen kimi hadiselerle ilgili fikirlerimi sizlere ulaştırmak adına; bir kaç makale ile sizlere ulaşmaya çalıştım. İnsanlar, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, birbirlerini tanısın veya tanımasınlar, önemli değildir. Önemli olan, geneli ilgilendiren toplumsal aktivitelerde, hayati gelişmelerde gösterdikleri yaklaşım ve duruşlarıdır.

Günümüzde dünya, teknolojik araçlarla küçülmüştür. Başdöndürücü bir hızla gelişen iletişim araçları, en uzakta olanı en yakında olanıyla bütünleştirmiştir. Dolayısıyla, uzak olan yoktur. Herşey ve herkes yakınımızdadır. Yeter ki sosyaliteye dayalı bir iletişimin sahibi olalım. Zira sosyaliteden kopan, biter. İnsanı birbirine sosyal olarak yakınlaştıran ya da uzağa iten etken, genel prensiplere bağlı olan saydam bir duruştur. Dünyanın bir ucundaki ucube bir duruş nasıl insanda antipati yaratıyorsa, ha keza uzağımızdaki soylu bir duruş da insanın yakınlık ilgisini çekecektir. Herşeyden önce, bizler aynı toprakların evlatlarıyız. Aynı geleneklerden geliyoruz. Toplumsal olarak gelenek ve töre farklılıklarımız aynı kalıpları içerse de, bireyler olarak farklılıklarımızın olması kaçınılmazdır. Bunun sebebi, en basitinden yetişme biçimimizle; eğitimimiz ve ilişkide bulunduğumuz çevremizle de izah edilebilinir. Kısacası farklılıklarımızın olması, gayet doğaldır. Önemli olan, saygıya sevgiye dayalı olan karşılıklı bir özveri ile ortak paydalarda buluşmamızdır.

Sevgili dostlar, Bilindiği üzere bizim coğrafyamız, binyıllara varan olaylar cenderesinde kurtulamamaktadır. Farklı etnisitelerin, farklı inanç guruplarının, tabii ve suni çelişkilerin düğümlendiği bir coğrafyadan; Orta-Doğudan sözediyoruz. Kimi tarihsel dönemlerde gönüllü, kiminde zora dayalı olan birliktelikler yaşanmışsa da, farklılıkların hakkına, hukukuna uygun olan bir birliktelik sağlanamadığından; farklılıklara ait olana toleransla yaklaşılmadığından, bu çözümsüzlükler asırlardır sürüyor ve sürmeye de devam edeceği aşikardır. Beğenelim, beğenmeyelim; günümüzde bunun tek çaresi, “demokrasi” ile izah edilmektedir. Başkasının hak ve özgürlüklerini zapturapt altına alan vesayetçi rejimler, totaliter sistemler (geçici olarak başarsalar bile) asla iflah olmayacaklardır. Nitekim, gelişen zaman bunu kanıtlamaktadır.

Geneli bir kenara bırakarak, Anadolu gerçekliğine geldiğimizde; olayın iç yüzünü daha basit anlayacağımız kanaatindeyim. Bir kere Anadolu toprakları imparatorlukların tesirinden kurtulamamıştır. İmparatorluklar, bir tek safi etnisiteden gelmediği gibi; deyim yerinde ise, farklılıkların federe yapılanması olarak algılanmalıdır. İmparatorluklardan arta kalan kesimler, birbirlerine üstünlük sağlamaya çabalarsa, yukarıda bahsini ettiğimiz ‘kör-düğüm’ sürekliliğini koruyacak demektir. Fakat karşılıklı haklara dayanan toleranslı bir yaklaşım binyılların sorununu sihirli bir çubuk değmiş gibi çözecektir. Bu konu çokça uzun tartışılabilinir elbette. Şimdilik, özetleyerek geçmeyi tercih ediyorum.

Sonuç olarak: Memleketimizde üç-beş ağaç meselesi (Gezi Parkı) ile koparılan kıyametin, alameti başkadır. Sorun, AKP ve diğerlerinin üstü örtülü bir hesaplaşmasıdır. Böylesi durumlarda olaylara serinkanlı bakılırsa eğer, olaylar kendiliğinden anlaşılacaktır. AKP’nin son on yıllık çalışmaları boyunca pozitif yaklaşımlarını bir kenara koyuyorum. Bana göre çokça saygın adımlar atmıştır. Bunu geçiyorum. Fakat şu son aylarda, politik bir uslupla söylersek eğer; Başbakan Sn. Recep Tayip Erdoğan, şımarıkça davranmıştır. Hatta bu şımarıklılığına, Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül’ü de ortak etmiştir.

Şımarıklık, cehaletten gelir. Fakat Sn. Başbakanın cahil olabileceğini sanmıyorum. Başta ekonomik büyüme olmak üzere; kimi başarılı adımlarından ötürü önünü göremeyecek vaziyete gelmiştir. Sıkça tekrar ettiği 77 milyonluk nüfusun bazı kesimlerini unutmuştur. Bir kesimi tavlarken, bir diğer kesime meydan okuyorsa eğer, yanlış yapmaktadır diyorum. Gezi Parkı ve benzeri konularda tv ekranlarında söylediklerini zararlı olur diye, bir kenara bırakıyorum.

Ancak, İstanbul’a yapılacak üçüncü köprünün ismini verirken, “Hilafet’e” çağrışım yaptıkları gibi; aynı zamanda milyonlarca Alevi insanının yaralarına tuz basmışlardır. Oysa oraya verilebilecek daha makul isimler bulunabilirdi. Örneğin “Mevlana Köprüsü” olabilirdi. Bu yıl, (2013 Sahip çıkılması gereken kültürel zenginlikler kapsamında) UNESCO tarafından ödüllendirilen, “PİR-İ REİS Köprüsü” olabilirdi vs… Bu konularda kimseye akıl verecek değiliz herhalde. Fakat, bir memleketi idare edenler bir tarafın yüreğini muştalarken, diğer tarafın tarihsel yaralarının kabuğunu kurcalamasın istiyorum.

Anadolu halklarının, (cılız da olsa) umutlandığı şu BARIŞ sürecinde, yeniden darbe tamtamlarıyla sokaklara doluşmanın kime ne kazandıracağını sorgulayarak, sağduyulu davranılması temennimdir. Huzurun, güvenin ve toleranslı bir kardeşliğin pekişmesi dileğiyle…

M. Zewal Doğan

M. Zewal Doğan kimdir? 1963 yılında Elbistan’ın Kistikli (Kıstıkan) köyünde doğdu. 1987’den beri Fransa’da ikamet etmektedir. Şimdiye kadar, birisi Şiir, üçü roman olmak üzere, dort kitabı yayınlanmıştır. “Geleceğe Sevdalanmak” (şiir- Uygar yayıncılık). “TAHTALLI ve YABANCI” adlı romanları, Peri Yayınları (İstanbul) tarafından yayınlanmıştır. Mültecilerin hayatını konu edinen “İLTİCACI” adlı romanı, Doz Yayınları (İstanbul) tarafından yayınlanmıştır. Ayrıca, “TAHTALLI” adlı romanı Fransızcaya çevrilmiş, L’Harmattan Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. Kitaplara ulaşmak için, kitapların isimleri ve yazarın adı yazıldığında, inter-net üzeri kitaplara ulaşmak kolaydır. Zira, Anadolu’daki bütün kitapçılarda satılmaktadır. M. Zewal Doğan’ın en son çalışması olan, “Töre’nin Kara Gölgesi” adlı romanı, şu an yayınevinde olup, henüz yayınlanmamşıtır.

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın