HASAN ÖĞRETMEN

HASAN ÖĞRETMEN

Bir nisan günün ilk ışıkları pencereden dostça girmeye çalışıyordu. İçerde yapılacak işlerin çokluğundan, karmaşıklığından ve zorluğundan kıvranan, hangi açmazın öncelikle çözülmesi gerektiğini düşünen Hasan öğretmen vardı. Yatağın üzerinde oturan ve çıkmazı çıkara bağlamaya çalışan Hasan öğretmen ışıklara seyrediyordu. Işığın içeri girmesiyle odanın içi apaydınlık olmuştu. Hasan “Ben bu köye ışık olmalıyım. Güneş gibi doğmalıyım her yere, karanlıkları yok etmeli, cehaleti boğmalıyım.” diye düşündü. Hasan çevresine ışık olmak için sabırsızlanıyordu. Işığın içeri girmesiyle geçmişi anımsayan Hasan ister istemez içini dökmeye başladı:

Bundan bir ay önceydi. (…..E’nin İ…köyünde göreve başlamıştım. Geceleri rahatım kaçıyor, içerimde dönen bıçak beni inletiyordu sanki. Geçekten kutsal görev öğretmenliği yüklenmiştim. Hani hanım abla çocukları kazmayı eline aldıkça elleri kabarır, ama çalıştıkça guru duyarlar, alınterinin ürününü beklerler. İşte ben de bu durumdaydım artık. Hayatı toz pembe görüyordum. İnsanların hepsinin saf ve temiz kalpli olduklarını kabul ediyordum. Görevimin kutsalliginin ve zorlugunun bilinceydim. Görevim o minicik yavruları okutmakla bütünlenemezdi. Köyün yolu, çeşmesi beni bekliyordu. Yolsuz konak, çeşmesiz durak olmazdı. Bu konak, bu durak gerçek anlamda bütün değilken ben evde rahat oturamazdım. Hemen köylülerle el ele vererek yolu ve çeşmeyi tasarlanamayacak kadar kısa sürede yaptırdım. Okulum toprak damdı, sırası, tahtası yarımdı sanki. Okulumun çatısını hemen yaptırdım. Öğrencilerimin ders araç ve gereçlerini  yazışmalar sonucu çeşitli kurumların yardımıyle temin ettim. Kısa sürede öğrencilerimle, halkımla bütünleşmiştim.

İşlerim yoluna giren su gibi akıyordu. Köylüler beni çok iyi anlıyorlardı ve bana her konuda yardımcı oluyorlardı. Aradan çok geçmemişti. Günden güne içime sinen çilelerin sonsuzluğu beni kıvrandırıyordu. Gün geçtikçe hayatlarını anlatıp beni benden kopararak yokluğa sürükleyenler artıyordu. Bunlarıı dinleyip gerçeği anladıkça aç bir kurt gibi içimi kemiriyordum. Beni çilden çileye sokan köylülerin gözümle tanık olduğum hayatlarıydı. Köylüler suyun buyruğuna girmiş bir yaprak gibi ağanın buyruğundaydılar. Su yaprağı kayadan kayaya çarpar ya ağa da köylüleri karın tokluğuna çalıştırır, terden tere sokardı. Köylülerin hali vicdanı olan her insanın yüreğini yakardı.

Köylüler böyle çalışır, terden, yorgunluktan kan kusarken ağa da fingirdek koltukta oturur, fos bıyıklarını kıvırır, emir üstüne emir buyurur, hanımıyle utanmadan, yerin dibine batmadan köylünün alınterini, geleceğini yer, şişerdi….

Bu gerçeği doğru okuyan, bu gerçeğe beş duyusuyle tanık olan ben duruma seyirci kalamazdım. Halkıma yapılan zulme sessiz kalamazdım. Çünkü sessiz kalmak durumu kabullenmekti. Zulme boyun eğemez, ağalığı, feodalizmi hoş göremezdim. Bu benim için ölüm kalım meselesiydi. Bu topraklarda ya ağalık ya ben dedim ve bu anlamda mücadelemi yoğunlaştırdım. Ya ağalık yok olacak, ya da ben ölecektim. Bu benim ölüm kalım savaşımdı. Parolam ‘ya hep, ya hiçti.’

Yine bir gün ışıklar bana umut verdi, yol gösterdi. İçimde ağalığı kaldırma, ağaların o zorba yaşamını sona erdirme isteğifilizlendi ve bu filiz gün be gün boy attı.

Öğrencilerimle baş – kol durumundaydık. İlköğretim müdürlüğünce mesleğimin en başarılıları arasında sayılıyordum, ama bu bana yetmiyordu, yetmez de. İdeallerim tatmin olmuyordu, olmaz da. Çünkü çevremda ağalık hüküm sürüyor, zulüm tüm acımasızlığıyle canavarlığını kouyordu. insanların bir yaprak örneğin suyun akımına kapılmasına göğüs geremeiyordum.

Bir gün umut dolu olarak dışarı fırladığımda bir köylüyü o yaprak durumundayken gördüm, sigortalarım attı ve o köylünün suyun akımına kapılmasına engel oldum. Köyün tellalını çağırarak ‘köyde toplantı var’ diye çağrıda bulunmasını istedim. Tellal talimatı samimi duygularla halka duyurdu. Bir süre sonra ben de odaya girdim. Kapıdan başımı içeri soktuğumda köylüler bana yer vermek için  yerlerinden fırlayorlardı ki kendimi hemen yere attım ve böylece yaralı kuşun çırpınarak sızlamasına engel oldum. Çünkü salonda oldukça yaşlı insanlar da vardı ve onlar da kalkmaya çalışıyorlardı. Oturumda ağa yoktu. Ağa zaten istemediği toplantılara, daha doğrusu kendi düzenlemediği toplantılara katılmazdı. Orurumu insan haklarıyle açtım. İnsan haklarını anlayabilecekleri bir dille anlatarak onların beyinlerine kazdım. Dönemin gerçeklerini sindire sindire anlatarak bu devirde ağanın, ağalığın olamayacağını belirttim.

Ağa da ağaydı hani. Köylünün hiç malı yoktu. Köylü çalışır ağa yerdi. Seçimlerde bile ağa hangi partiyi isterse köylüler o partiye oy verirlerdi. Deyim yerindeyse köylüler köle, ağa köle sahibiydi. Artık bu çağdışı duruma son vermek gerektiğini anlattım.

Kısa sürede köylüler aynen umut ettiğim gibi hareket ettiler. İsteklerimin oluşmasına gözleriyle tanık olan ağa müthiş fitillenmişti”alacağı olsun öğretmen Beyin” diyor, başka bir şey düşünmüyordu.

Bir gün maaş almak maksadıyle şehre gidiyordum. Günün batmakta olan ışıkları arasında bir kaç ağa züppesi tarafından yolum çevrildi. Bir derenin kenarında bulunuyorduk. Birden bire beş sopanın kafamda patladığını hissettim. Gözlerim karardı, neyin ne olduğunu anlayamadan yere yığılıverdim. Ertesi sabah bir çoban tarafından görülüp bakılarak köye getirilmiştim. Olanları çobandan öğrendim. Ellerim arkamda bağlıymş. Tanınmaz durumda olan vücudum yara, bere, kan revan içindeymiş. Çamurun içinde bir kütük gibi yatıyormuşum.

Bu yetmemiş. Ağa hemen şehre inmiş, siyasilerle görüşmüş. Köylülerin alınterini aksırıncaya, tıksırıncaya kadar siyasilere zıkkımlatmış. Çok geçmeden siyasiler ağanın talebi doğrultusunda meseleyi hal etmişler. Daha iyileşmeden bana yol görünmüştü. Köylülerin ağanın avucundaki alınteri elinden olmayarak aleyhime iş görmüştü. Doğunun en ücra köyüne sürgün edilmiştim başka bir ülkeye sürgün edilircesine. Her zaman bana huzur veren ışıklar yarın onu elimden alacaklardı. Babamın, dayımın, halamın, teyzemin parası aleyhime işlemişti.

Sabahın ışıklarıyle yolculuğa başlamak için köylülere Allaha ısmarladık diyerek yeni ışıklara doğru koştum.

İşte böyle! Bu kamyon değil, kağnı bile görmeyen köye eğittiklerimin alınteriyle gelmiştim. Bu köye geldiğimde ne okulu, ne ahırı belliydi. Yolu yolağı görülmüyordu. Bana rahat verecek olan ışık bu sorunların çözüme kavuşturulmasından doğacaktı.

Yine eski deneyimlerime dayanarak ve halkla bütünleşerek eksikleri yldırım hızıyle giderdim. Kelimenin tam anlamıyle köylülerin yüreğinde yer etmiştim. Ne yazık ki rahatım yerinde değildi. Ağalığın katmerlisi orada vardı.

Bu kez de………

Öğretmen bu. Ne gecesi var ne gündüzü. Ne barınağı var, ne durağı. Durmadan çalışıp didinir, Verir verir hep, hiç almaz o. Düşman uyusa da, su uyusa da o hiç uykuya dalmaz. Vatanın her bucağı, her ocağı birdir Onun için. En ücra köyde bile sıkılmaz. Bucak bucak dolaşır ülkeyi öğretir öğretmen her zaman doğru ilkeyi. Bir mum gibi durmadan yanarak çevresine ışık saçar. Bir taraftan sevilir, bir taraftan dövülür, ama her zaman insanlık için, aydınlık için, yaşanılası bir dünya için çabalayarak ölümsüzlüğe gömülerek ölür.

GAMLANMA GURURLAN

Şu keçi yolundan gideceksin

Yayan yapıldak, kağnıyla da değil.

Gamlanma öğretmenim gururlan

Sen böylece uygarlığa gideceksin.

O keçi yolu var ya öğretmenim

O keçi yolu bir köye gider

Duvarlarında tezek kurutulan

Gamlanma öğretmenim gururlan

Sen o köyü eğitmekle yüceleceksin

Koş öğretmenim o köye koş

Göğsün kabara kabara koş

O köy senin köyündür

Ayakların kabarsa da koş

Sen o köyün biderisin

O köyde bir batak var

Kurumak için seni bekler

O köyde bir yatak var

Aydınlanmak için seni bekler

O yatakta cahil binler var

Kurtulmak için seni bekler

Koş öğretmenim göğsün kabara kabara

Koş ki onların da göğsü kabara

O tezekli ellerdir seni koruyan

O tezekli ellerdir acunu kuran

Koş öğretmenim koş onlara

O tezekli elleri öp onlarla coş

Onları cahil sanma öğretmenim

Aslında biri bin bilgin değer

Ama neye yarar öğretmenim

Sensiz ‘elifi’ mertek sanırlar

Büyük küçük fakir zengin…

İsmail Cömertoğlu

Please follow and like us:
Pin Share

1 yorum

Bir yanıt bırakın