BIR YARALININ RÜYALARI

mehmetsogut

Kalbinden iki parmak aşağısındaki mermi yarası dayanılmaz acılar veriyordu Seyid Rıza’ya. Ter içinde kalmıştı. Gözkapaklarına tonlarca ağırlıkta bir yük yüklemişlerdi sanki. Açılmıyordu.
Rüyasında gördüğü Serhat’ın kadifemsi gülüşü kapalı gözlerinin içinde belirmeye başladı:
Serhat bağlamasını çalıyor, bir yandan da pürüzsüz, incecik sesiyle meye ve çaldığı bağlamaya eşlik ediyordu. Ahenkli sesler yükseliyor, büyüyor, genişliyor, dağları taşları aşıyordu…
Bir anda askerler ortaya çıkıp ortalığı darmadağın ettiler. Serhat’ın etrafını sarmış olan kalabalık çil yavrusu gibi sağa sola kaçıştı.
Serhat kaçmaya fırsat bulamadı, yakalandı. Sazını parçalayıp bir daha saz çalmasın diye parmaklarını kırdılar. “Konuş ulan,” dediler, “Konuş.” Serhat konuşmadı. Hırsını alamayan bir asker kasaturasıyla Serhat’ın dilini kesti. Serhat ellerinden kurtuldu. Kaçmaya başladı. Yakaladılar. Aralarına alıp yumrukladılar, tekmelediler, dipçiklediler. Vücudunda kırılmadık kemik bırakmadılar. Yaralarına tuz bastılar. Yüreği yaralı bir kuş gibi çırpınıyordu. Serhat’a bir tekme savurdu biri. Yere kapaklandı. Kalkmaya çalıştı. Bacakları titriyordu. Yere kapaklandı yine. Debelendi. Kan kusmaya başladı. Bir bağırtı koptu yüreğinden. Seyid Rıza ellerini uzattı Serhat’a. Tutamadı, tutup da kurtaramadı kendisini…
Gördüğü ikinci rüyanın görüntüleri gözlerinin önünde akmaya başlayınca afalladı:
Işık halesinin içinde nur yüzlü iki ihtiyar beliriverdi. Işık şavkıdı, büyüdü. Dikkatlice bakınca içinde aksaçlı Pirini, ismini severek aldığı, yüce aşkı uğruna hiç çekinmeden kellesini ortaya koyan Pir Seyid Rıza’yı ve Şeyh Said’i gördü. Seyid Rıza’nın içinde depremler koptu. Önce utancından ne yapacağını bilemedi, sonra da sevincin ılık rüzgârları efil efil yüreğini sarmalamaya başladı. Pirini görmüştü.
Hayatında hiç böylesine göz alan, şavkıyan bir ışık görmemişti. Efendisi Seyh Said gülümsüyordu hüzünle. Pir Seyid Rıza’nın hemen yan tarafında Şeyh Said vardı. Kolkola girmiştiler. Pir Seyid Rıza konuşmaya hazırlanıyordu gülümseyerek. Bu arada Pir Seyid Rıza’nın sesi top gibi kulaklarında patladı:
‘’İsmimi niye aldın? İsmime layık olamıyorsan bırak oğlum, kullanma. Anladın mı? Arkadaşların kahramanca çarpışırken, sen girdiğin bu yerde keyif çatıyorsun. Bugüne kadar yürüttüğün mücadeleye gölge düşürüyorsun. Uyan oğlum. Geride bıraktığın arkadaşların zor durumda, bunu bil. Onların sana ihtiyacı var. Uyan, uyan oğlum. Uyan…’’
Gerilmiş yüzüyle, Pir’inden sözü aldı:
‘’ Şey, buraya nasıl girdiğimi bile bilmiyorum. Dün gece çok kötü şeyler yaşadım. Hayatımda ilk defa dikkatsiz davrandım. Kötü tesadüflerim oldu. İnanmanızı rica ediyorum Pirim, şu anda ben de vicdan azabı çekiyorum. Ama şunu bilmenizi isterim, isminizi aldığımdan bu yana, bu ismin kutsaliyetine sadık kalarak hareket ettim ve ona göre yaşadım.’’
Pir, sus anlamında işaret parmağını nurani gülümsemesi olan dudaklarına götürürken, dört tarafına sıcacık tebessümüyle neşenin, sevincin kıvılcımlarını saçmaya başladı. Işık halesi parladı, bin bir renk iç içe girip renkler cümbüşünü daha da albenileştirdi. Pirin hüzünlü durması bile insanın içinde sevinçle karışık bir saygının uyanmasına neden oluyordu.
Sözü Seyh Said aldı: ‘’Namusları uğruna canlarına kıyan genç kızlarımızı düşün. Dizinin dibinde şehit düşen onlarca yoldaşını, sana gösterilen o büyük sevgiyi hatırla… Ve kendine gel. Gün, kutsal davamıza dört elle sarılma günüdür. Kemal Pir’i, Mazlum Doğan’ı, Komutan Agit’i düşün. Yüreğindeki direniş ateşiyle büyük bir değerin ismini aldın. Buna hep layık kaldın biliyorum. Sen ve yoldaşların aklın alamayacağı kadar olağanüstü şartlarda, insanüstü bir çabayla kutsal davamıza sahip çıktınız. Her şeyden önce çok akıllıca hareket ediyorsunuz. Ve bu size çok şey kazandırıyor. Size olan güvenimiz tamdır. Bu işi çok bilinçlice yürütüyorsunuz. Kalk oğlum…’’
Pir Seyid Rıza sözü aldı, ‘’Ne işkenceler ne de ölümler sizi yıldırdı. Aç kaldınız, susuz kaldınız, caymadınız davamızdan. Kemiklerimizi sızlatmadınız. Bir deyimle, karıncayı gözünüzde beslediniz. Yani var olanı paylaştınız. Güzel bir gelecek içindir tüm çabanız. Bu söyleyeceklerimi aklından sakın çıkarma; siz yok edilmek istenen bir halkın çığlığısınız, dilisiniz, düşüncesisiniz… Diyeceğim tek şey Boz Atlı Hızır yardımcınız olsun. Doğru yoldan ayrılmayın. Unutma oğlum, bize sadık kaldığınız müddetçe ayakta kalıp savaşabilirsiniz.
Sen ete kemiğe bürünmüş kutsal bir varlıksın. Hiçbir zaman şana, şöhrete, makama, mevkiye gözdikmedin, namusluca halkına sadık kaldın, savaştın, öldün öldün dirildin, düşen her canla vücudundan parçalar kopup gitti. Normal şartlarda değil insan öldürmek, sen bir karıncayı bile ezemezdin. Biliyorum bu yanını hep korudun… Savaştın, emek verdin. Ayaklar altında olan onurumuzu çekip almak için elinden ne geliyorsa onu yaptın. Yüzlerce yoldaşın da senin gibi, yani her biri bilinmeyen, tanınmayan birer kahramandır. Sizin gibi torunlarım olduğu için mutluyum. Mutluyum! Ne mutlu bizlere ki sizin gibi torunlarımız var. Tarihin hiçbir döneminde ulaşılamayan, ulaşılması imkânsız gibi görünen şeyleri başardınız. Çok yönlü kazanımlarınız oldu. Artık ileriye hızla akan deli coşkun bir ırmak gibi zafere doğru akıyorsunuz. Bu akışın önüne engel olmak isteyen, hızla değişen değerlerin önünü tıkamak isteyen kendisini tarihin çöpünde bulur. Yarınlar sizin ve tüm mazlumların. Uyan uyan…’’
Ses yankılandı, ‘’ Yarınlar sizin. Yarınlar sizin. Uyan!’’
Şeyh Said, ‘’Allah yardımcınız olsun,‘’ derken var gücüyle bağırıp rüyanın hışmında kurtulmuştu. Bedeni dayanılmaz acılar içindeydi. Rüyasında gördüğü şeylerin böylesine zihninde kalmasını şaşırtıcı buldu. Göz kapakları aralandı. Etrafını hızla kolaçan etti.

Mehmet Söğüt

Please follow and like us:
Pin Share
Editör hakkında 223 makale
Bilen bilir

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın