TARİHİ SORUMLULUK

Tarihin hiçbir kesiti boş değildir. Tarih, ister savaş dönemleri olsun, ister barış ve hazar dönemleri olsun; her geçen anı (günü, yılı, yüzyılı) muhakkak ki kayıt altına alır. İnsan yığınlarının, (farkında olsunlar olmasınlar) tarihin ilerleyişinde aktif veya pasif oranda mutlak payları vardır. İçerisinde yaşadığımız cihan’ın kaç milyar yıl önce oluştuğunu göz önüne almakla beraber, tarihsel bilgimizin henüz birkaç asır öncesinden ibaret olduğunu unutmamalıyız. O da kırık dökük… Tarih, düşünsel bir yaklaşımdır. Tarihi tarih yapan düşüncedir, insandır. Ve insan kavramı, yeryüzündeki bütün hümanizmanın (insanlığın) toplamıdır. Hümanizma, ortaya çıktığından bu yana daima en güzelini aramıştır. Hep en mükemmelini keşfetmeye yeltenmiştir. Bu yüce yürüyüş ne vakit başladı, tam olarak bilinmiyor? Ancak bu soylu yürüyüş, zamanla, çağla bütünleşerek ve arayışlarını yeni tekniklerle donataraktan devam ediyor, arayışlar hızından bir zerre kaybetmeden sürmektedir hala… Evet, tarihin tekerleğini ileriye doğru çevirmekte olan olgu, insanlıktır. Tarihin tekerleği, düşünme olayı keşfedildikten bu yana daima ileriye doğru döndürülürken, döndürülmeye çalışılırken, bu döngüye karşın; mutlaka engel teşkil eden katmanlar oluşmuş ve bu katmanlar dönemsel örgütlülüklerine bağlı olarak direnç potansiyellerini güçlendirmeye çalışmışlardır. Bu direnci insan öge’siyle ele aldığımız zaman, olaya işin siyasal sosyal boyutlarıyla yaklaşmamız ve bu anlamda değerlendirmemiz, yerinde ve daha anlaşılır olacaktır.

Sözkonsu faktör insan öge’si olduğunda, elbette ki ruhani yaklaşımların din ve inanç kavramlarının toplamını içeren teolojik bilimi dıştalamak doğru olmayacaktır. Tarihte dinler, inançlar, toplumsal bütünselliklerde derin yerlere, anlamlara sahiptirler. Yukarıda hümanizma olarak ele aldığımız kavram, görülüyor ki toplumsal duygu ve düşüncenin bütünselliği içerisinde vicdan terimine tekabül etmektedir. Dolayısıyla, içerisinde yaşadığımız dönem ne olursa olsun, sosyal ilişkide bulunduğumuz kimselerden, (birey veya toplumdan) aradığımız temel yaklaşım, vicdani yaklaşımdır. Vicdan, tek tek bireylerde ahlakın göstergesi olurken, toplumsal ve yönetsel olarak ele aldığımızda, bütünen adaletin, hukukun göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Bu yüzden, dün olduğu gibi bugün ve yarın da insan olma özelliğini ahlak ve vicdan ekseninde aramalıyız. Bu konularda toplumumuzun (Anadolu insanlarının) muazzam bir çaba sahibi olduğunu görüyorum. Müthiş bir arayış var… Bu yüzden de bütün buraya kadar anlatmaya çalıştığım konuyu somut olarak günümüze indirgersek; memleketimiz Anadolu’da derin bir vicdan erezyonunu yaşadığımızın altını çizerek belirtmeliyim. En vicdanlı geçinen kimselerin bile, (…) icra mevkileri ellerine geçtiği vakit, din ve inançlarını nasıl bir kenara ittiklerini ibretle izliyoruz! Bu hususlar çok tartışılıp artık bıktırdığından, hiç girmemeyi tercih ediyorum. Ancak tarihin ileriye dönmekte olan tekerleğini durdurmaya inanın ne kimsenin gücü, ne de ömrü yeter. Olsa olsa, biraz geciktirebilirsiniz. Hepsi bu kadar… Tarih akar su gibidir. Hep söylüyorum: “Su akar mehilini bulur!”

Sevgili okuycular, yüreğim dop dolu. Kaynamakta olan bir magma gibiyim. Patlamaya hazır volkan misali… Bunlar çok uzun konular olduğundan, yazmakla bitmez. Kısacası, şöyle özetleyebilirim: Daha öncesini bilemiyorum ama, kendi imkanlarımla görebildiğim kadarıyla; Anadolu halkları bir asıra yakındır aldatılmıştır! Aldatılmaya devam edilmektedir… Her dönem yeni bir maske ile, her dönem yeni yeni vaatlerle… Ancak, unuttukları bir nüans vardır. Eski yığınlar artık yoktur. Anadolu halkları uyanmıştır, uyanmaktadırlar. Toparlarsam eğer, memleketimizin insanları (hangi etnik guruptan olursa olsun, hangi inanca sahip olurlarsa olsunlar) kendi aralarında komşu komşuya gül gibi geçinirlerken, içlerine bulaştırılan fitne fesatla taraf haline getirilmiş, önce her kesimin bir tarafı oluşturulmuş ve sonra da o taraflar arasındaki kavgalar komşu kavgalarına kadar indirgenip, yenilir yutulur, yönetilir hale getirilmiştir. Her kesimden, canları ve kanları pahasına da olsa birşeyler çalınmıştır. Çalınmış ve ardından inkar edilmiştir. Fakat biliniyor ki, her gecenin bir sabahı, her kış mevsiminin bir baharı olur ya, bizim de baharımız yakındır! Halklarımızın yaşamakta oldukları bu karanlıkların aydınlık ışığı da uzağımızda değildir. Yeter ki, bir kezliğine de olsa hayata doğru uyanalım! Halk olarak yöneticilerimizin söylediklerini değil; kendi mantıklarımızla olayları irdeleyelim. Hakikatin yolu buradan geçer! Bir kez olsun olayları, olguları sorgulayalım.
Sonuç olarak şöyle tamamlayayım: Bizim bugün yaşadıklarımızı, dün başkaları da yaşadılar. Bir dönemlerin İspanya’sı, İtalya’sı, İrlanda’sı, Cezayir’i, Güney Afrika’sı… ve daha onlarcası neler neler yaşamadı ki? Bizim de halklarımız adına görkemli ışıklar doğacaktır. Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Ermenisi, Arabı… bilmem hangi uyruktan geldiği önemli değil, memleketimin insanı bir bütünen uyanmalı ve kendisine layık olanını kendisi başına tac etmelidir. İtalya halkının dağınıklığını toparlayan Giuseppe Garibaldi gibi, hayatı uğruna Fransa’nın kaybolan prestijini ve onurunu koruyan Jeanne D’arc gibi, Fransa işgaline karşı Cezayır halkını örgütleyip toparlayan Ahmed ben Bella, İngiliz sömürgeciliğine karşı İrlanda halklarının onurlu direnişini örgütleyen William Wallace gibi, daha dün ölümüyle dünyayı yasa boğan Afrika Ulusal Kongresi Başkanı Nelson Mandela örneğinde olduğu gibi… ki böylesi tarihsel kişiliklerin listesi daha da uzatılabilinir… bizim halklarımızın da umut ışığı yanıbaşımızdadır. Yeter ki görmesini bilelim! Tam da bu noktada, mazlum Ermeni halkının yaşadığı drama (1915- 21 olaylarına) dikkatleri çeken ve Anadolu halklarını sorumluluklarını yerine getirmeye çağıran, Anadolu halklarının umut ışığı Sn. Abdullah Öcalan’ın bu mütevazi girişimini selamlıyor, değerlerimizi kaybettikten sonra değil; yanıbaşımızdayken kıymetini bilmemizi öneriyorum… Dün, Robben Adası’nda yatmakta olan Nelson Mandela’nın öyküsünü incelerseniz, bugün İmralı Adası’nda yatmakta olan Öcalan’ın öyküsüyle nasıl bir benzerlik olduğunu anlarsınız… Halklarımıza güveniyorum. Halklarımızın, kardeşçe yaşamak adına birleştiklerini sevinçle görürken; yaklaşmakta olan seçimlerin ne kadar ciddiye alınması gerektiğini daha önce de yazdım; yineliyorum.  Unutmayınız! Halklar,  layık oldukları kimseler tarafından idare edilirmiş… Evet, tarihi bilinçli halklar yazar. Bu vesile ile -kim ne kadarını yapabiliyorsa- herkesi tarihi sorumluluğa davet ediyorum…

Derin saygı ve selamlarımla,
M. Zewal Doğan

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın