GALAN ŞU DÖLLERİ ÇİMDİRMELİ

Bit düşerdi eskiden, hemen herkesin saçına, başına… Hart hart kaşınmaların, kaşınmadan öte kazınmaların ardı arkası kesilmezdi.Bu kaşıntılar özellikle çocukları o kadar rahatsız ederdi ki dayanamayıp ağlayanlar olurdu. Anneler kaşınan çocukları, saçlardaki sirkeleri görse de ilk günler pek umursamaz; yapılacak işler gözünde büyüdüğünden birkaç gün daha tehir etmeye çalışırdı.

 

Artık tahammül edilemez ve saklanamaz hale gelince “Galan şu dölleri çimdiriyim” kararına varırdı.

Kimse kendinde bit olduğunu kabul etmez tabii. Oturmaya gelenler, onu bunu kaşıntı tutunca, huylanır ‘sizde var, amma bende yok’ demek için “Aman kele bize gelir de soona, bit mi var ne?” gibi şöyle küçük bir iğne batırırdı. Ev sahibesi de altında kalmaz “Bit temizi severmiş anam, gelenden gedenden bulaşıyor işte…” cevabıyla büyükçe bir iğneyi hart diye sokardı.

 

Anneler dölleri çimdirmeye karar verir, ama çimmeden önce bitten kurtulmak gerektiğini de bilirdi. Kökünü kazımayı daha başaran çıkmadıysa da elinden geleni her zamanki gibi yapması gerekiyordu.  Uygun bir zamanda güneşi gören bir yere, “Aman anam gonu gomşu görürde bizi gınar soona” diye korkarsa içeride aydınlık bir yere bağdaş kurup oturur, dizlerinin üstüne beyaz bir bürgü veya şeş örtüp çocukları sırayla çağırırdı. Gelenin başını dizine kor ve başlardı saçlarının arasını milim milim kontrol etmeye, bulduğu sirkeleri (bit yavrusu) iki başparmağının tırnakları arasına alıp kırmaya…

 

Buna Bit Kırma denirdi zaten. Aslında bitlerin bıraktığı yumurtaları, bit olmaya hazırlanmış sirkeleri kırıyordu. Kırarken gerçekten ‘çıt’ diye ses çıkartırdı. Kadınların kızların saçında sirke aranırken sık sık taranır, böylece kırılan sirkelerin yanı sıra beliklerin arasına gizlenmiş bitlerin tülbende dökülmesi sağlanırdı. Bitlerin kaçmaması için de dikkat kesilirdi; zira kaçarsa ille yerleşeceği, yumurtlayıp çoğalacağı bir yaka, kafa, çamaşır dikişi bulurdu.

 

Bit güneşe dayanamaz ölür derler. Bu yüzden güneşten ve aydınlıktan kaçar, yakaların, dikişlerin, daha çok da iç çamaşır dikişlerinin altına, örülmüş ama günlerce, haftalarca çözülmemiş beliklerin içine kaçıp saklanır. Onların üremesi için vücut sıcaklığı idealdir.

 

Başındaki biti kırdıracak kimsesi olmayan bazı hanımlar, karşılıklı bit kırabilecek bitli bir komşu bulurdu. “Eşek eşeği ödünç kaşır” dedikleri gibi bu hanımlar da birbirini saçını başını sirkeden, bitten temizlerdi.

 

Askerlerin, mahkûmların, okullarda erkek öğrencilerin kısa saçlı olma şartı bitlenmemeleri içindi. Birine bit düşse, kısa zamanda yayılır giderdi. Bit yayılmaya başlayınca da sebep olduğu Tifüs, Humma, Deri döküntüsü gibi hastalıkların da ardı arkası kesilmez, ülke genelinde salgınları olurdu…

 

Suyun, sabunun, yıkanma imkânının çok az olduğu zamanlardı, o zamanlar. Hatta şu bile söylenebilir: O zamanlar sık sık banyo yapmak toplumda bir kültür olarak yeterince yer etmemişti.

 

Okullarda, camilerde, köy ya da mahalle odalarında, kışlalarda, cezaevlerinde hatta hastahanelerde bit eksik olmazdı. Özellikle kışla, cezaevi ve hastahanelerden gelenler eve girmeden önce ana üryan soyundurulur, temiz çamaşırlar verilir ve saçının başının temizlenmesi için de hemen su gızdırılırdı.

 

Okullarda sık sık bit yoklaması yapılırdı. Bitten ve sirkeden anlayan bir iki bayan öğretmen, yoksa görünce tanıyacak birkaç kız öğrenci yardımıyla tüm öğrencilerin saçları, belikleri, yaka altları kontrol edilir, saçında sirke görülenler belirlenir ve onlara “yarın yeniden kontrol edilecek, temizlenmeden gelene ceza verilecek” tembihi yapılırdı.

 

İnsanlar, cami, düğün, cenaze, mevlit gibi toplu halde bulunması gereken yerlere uğradıkları gibi akşamları ‘dışlığı’ gelen çıkıp birileriyle buluşmak, yapılan sohbetleri, okunan cönklerdeki macerayı takip etmek, başka yerlerden gelen giden varsa oralarda olup biteni öğrenmek arzusuyla mahalle veya köy odasına giderdi. Buraya, evinden çıkıp aylarca dağ bayır, köy şehir dolaşan, gezici esnaflar, meddahlar, âşıklar, pehlivanlar da gelir bir iki gün yatıp kalkar, oda sahibinin veya hayırsever birinin evinden gelen yemekle de karınlarını doyururlardı.  Evinden bunca zaman ayrı kalmış, yıkanıp temizlenme imkânı bulamamış insanlar adeta bir bit taşıyıcısı ve üreticisi durumuna gelirdi. Onlarla yan yana oturana, yatana geçmemesi ne mümkün. Hele kış günlerinde, çatır çatır yanan sobanın, saatlerce omuz omuza oturan onlarca insanın hararetiyle ısınan bir odada…

 

Daha bu odalar, lüks sayılırdı, o günün şartlarında. Köyden şehere bir şeyler satmak ve kazandığı para ile bir şeyler almak veya resmi işini takip etmek için gelmiş insanların büyük çoğunluğu hanlarda yatardı. Hayvanlarıyla aynı odada yatan da olurdu, alt katta hayvanlar, üst katta da insanlar olmak üzere ayrılmış yerlerde de…

 

Muşamba gibi olmuş yastıklar, döşekler üzerinde… Bir önceki gün belki de vıktır vıkır biti kaynayan bir insanın yattığı yatakta bugün Ahmet yatardı, ertesi gün de Mehmet… Nasıl yayılmaz, nasıl insanlara ve hatta hayvanlara geçip salgın haline gelmezdi ki..

 

 

Nice atasözleri ve deyimler peydahlanmıştır: “Pire itte, bit yiğitte olur”, “Tüysüz itte bit olmaz/ yavşaktan yiğit olmaz”, “Sirke büyür bit olur, enik büyük it olur”, “İtle yatan bitle kalkar”, “Biti kanlanmak”, “Bitpazarı”, “Bit yeniği”…

 

Günümüzde bunların tamamı, pardon “bitpazarı” ile “bit yeniği” hariç geri kalanları dilimizden düştü. Zaman zaman ‘bit’ sözünü duysak da, yine toplu yaşanan yerlerde yayıldığını duysak da artık dilimizin ve kültürümüzün dışına atılmış durumda…

 

Evet, evdekilerin başındaki sirkeler kırılınca sıra don yumaya gelirdi. Çimme daha sonra; ama hepsinden önce su taşınması gerekti… Suyu da sonraki yazımızda taşıyalım…

Please follow and like us:
Pin Share
Editör hakkında 223 makale
Bilen bilir

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın