İNANÇ VE UYGULAMA

Yeryüzünde inançsız hiç bir birey yoktur. Ateizm bile bir inançtır. İnanç, toplumların bütünsellik dinamiğini oluşturur. Bugün Anadolu’da, muazzam bir inanç oyunu oynanmaktadır. İnançları ile oynanan Anadolu Halkları ne zaman uyanacaklardır?

Merak ediyorum. Son Selçuklu İmparatorluğu’ndan bu yana, daima savaş stratejisi üzerine yoğunlaşan bir devlet anlayışıyla karşı karşıya olan Anadolu halkları, her defasında yeni vaatler, yeni umutlarla bir avuç yöneticinin çıkarları uğruna, oyuncak haline getirilmişlerdir. Herşey bir elit kesimin denetimindedir.

Nereden geldikleri belli olmayan, ne adına, kim adına hareket ettikleri belli olmayan bu elit kesim; babadan oğula geçen imparatorluk yönetimleri ile yüzyıllara tekabül eden monark, oligark yaşam biçimlerini pekiştirmek adına; kadim Anadolu halklarını karşı karşıya getirerek ve onlara ait ne varsa ortadan kaldırıp halkları tanınmaz hale getirmişlerdir. “Ağaç yaş iken eğilir!” deyiminden hareketle mekteplerde, medreselerde, günümüz deyimiyle; ilk okullardan üniversite yıllarına kadar, tarih adına lanse edilen öğretiye dayanılarak; 11. yy (On-birinci) yüzyıldan bu yana Arı Türk Irkı’ndan başka bu topraklarda kimsenin yaşamadığını dimağlara yerleştirilmeye çalışılmaktadırlar.

Ayrıca bununla yetinilmemekte; buna dönemin etkin din’i olan İslam-ı da kılıf olarak örterekten yol almaktadırlar. Sanki bu topraklarda, başka halklar hiç yaşamamıştı. Rumlar, Puntoslar, Türkmenler, Asurlar, Kürtler, Araplar, Acemler vessaireler… Koca Sümer İmparatorluğu ve Hittitlerden arta kalan halklar buharlaşmışlardı. Yok olup gitmişlerdi. Bu toprakların esas sahipleri kaybolmuşlardı. Varsa yoksa, uyduruk bir ırk vardı: Türk Irkı!
Sahiden kendilerini Türkler olarak tanımlayan insanlardan, soy olarak Türklüğü kendileri için bir kült olarak gören kitlelerden, halklardan özür dileyerek belirtmeliyim ki, asırlardır halklarımızın başına bela olmuş olan bu elit kesim, ne idüğü belirsiz olan bir yapılanmadır. Kandırmacadır, manipülasyondur. Dönemsel olarak kılıf değiştiren, bütün icraatı kitleleri zayıf bırakma, kendi aralarında çelişkili duruma düşürme olan bu gürruhun tek dayanağı, cahil bırakılmış olan, kandırılmaya müsait olan insan yığınlarıdır…

Kitleler cahil bırakılarak, düşünceleri ipotek altına alınmaktadır. İnsanoğlunun düşüncelerine el atılarak, (deyim yerinde ise) ruhları teslim alınmaktadır. İnsanoğlunun yaradılışından bu yana, diğer bir  deyimle; insanoğlunun Varoluşundan bu yana, insan olarak kitleleri bir arada tutma işlevi gören ruhani yönlerine bile el atılarak, toplum adına sahte bir ideoloji türetilmiştir. Buna da kılıf üretilmiştir. Türk-İslam sentezi! İçerisinden geçtiğimiz bir yüz yıl öncesine bakınız!

Türk-İslam sentezi’ne bağlı olmayan kesimler, (kim olurlarsa olsunlar) sayıları nüfusun ne kadarına tekabül ederse etsin, vatandaş kategorisine bile alınmamaktadırlar. Ya inkar edilmekte, veyahut da ikinci vatandaş olarak muamele görmektedirler… Gizli veya açıktan dayatılan ideoloji, bir tek çizgidir: Türk-İslam sentezi! Yani, kadim Anadolu halkları adına inançları belirleyen elit kesim, -dikat ediniz- aynı kesimdir. Araştırın, inceleyiniz! Selçuklu İmparatorluğuna içten sızarak, devlet bekasını ele geçirmiş olan bu elit gürruh, yüzyıllardır yeni yeni kılıflara bürünerekten, sahte manipülasyonlarla halkları yönetmektedir. Halkları karşı karşya getirerek, onların kanları üzerine yönetimlerini bina etmektedirler.

Oysa dünya hızla gelişirken, toplumlar (bilinçli toplumlar), beraberce yaşamanın yollarını aramaktadırlar. İşte Orta-Doğu’nun en geri bırakılmış kitlesine bakınız! Suriye’nin denetime bırakılmış olan Kürtler… Nüfus dairelerinde bile kayıtlı değillerdi. Onlar da imanlı ve inançlı insanlardı. Onlar da camiye gidiyor, kiliseye gidiyor, cem düzenleyip ayin yapıyorlardı. Onlar da içerisinde bulundukları coğrafyada etrafındaki din ve inançlardan etkilenerek, gelenek ve göreneklerde ortak hareket ediliyorlardı. Fakat vatandaş olarak bile sayılmıyorlardı. Gün oldu, güç sahibi oldular. Kendilerini koruyacak duruma geldiler.

Fakat kendilerini korumakla kalmayıp, yanıbaşındaki diğer kardeşlerine de sahip çıktılar. Hangi din ve mezhepten olursa olsun, etnisiitesi (uyruğu) ne olursa olsun, oluşturdukları yerel yönetimlerde herkese, her kesimeyönetme mercii içerisine saha açtılar, yer tanıdılar… Halk meclisleri oluşturup, insan yığınlarının kendi kendilerini yönetmesini pratikte; yaşayarak uygulamaya koydular. Daha önce yanıbaşlarında yaşanmış olan modellere rağbet etme yerine, dünyanın en gelişmiş olan yönetim biçimlerini uygulamaya koydular. Dünya’da demokratik yönetim biçimleri olan eyalet sistemlerini bile aşarak, sadece örneği İsviçre’de yaşanan Kantonal Yönetim biçimini uygulamaya koyuldular.

Dünyada neredeyse unutulmak üzere olan dilleri, anadil olarak pratiğe sundular… Kısacası, “Bugün güç benim elimdedir, dolayısıyla ne istersem onu yapacaksın!” anlayışının aksine; her kesimin inanç ve köken farklılıklarını gözeterek samimi bir insanlık ve kardeşlik örneği sergilediler… Umarım, bütün Orta-Doğu halkları bu yapılanmayı değerlendirir ve bir kıvılcım olarak çakılan bu ateşi bütün dünyayı saracak kadar alevlendirir… Gerisi onların bileceği iştir.

Özetle şunu söylemek istiyorum. Ben bireysel olarak, hiç bir din, inanç, soy, kavim, etnisiite ile problemli değilim. İnsan öge’sinin, yeryüzünün en değerli varlığı olduğuna inananlardanım. İnsan öğretisini (hümanizmayı) sosyalite içerisinde(toplumsal ilişki içerisinde)değerlendirmekteyim. Günümüz  insan yığınlarının, gelişen iletişim araçları ve teknolojik iyileştirmeler sonucu birbirlerini daha iyi tanıma fırsatına sahip olabileceklerine inanıyorum. Artık kandırılmaya müsait olmayan insanlar olduğumuzu kanıtlayalım. Atalarımız, dedelerimiz nasıl yaşamış, kimlerle savaşıp kimlerle barışmıştan ziyade; günümüz kuşağına yaraşır bir tarzda, uyum içerisinde yaşama adına en gelişmiş olan sisteme ulaşmayı amaç edinmeliyiz diye düşünüyorum. 

Da önceleri sıklıkla yazdım. Yine söylüyorum: Biz, hangi kavmin bireyi olarak dünyaya geleceğimize, kendimiz karar verme yetisine sahip değiliz. Diğerleri de öyle… Öyleyse, insani değerlere bağlı olarak beraberce yaşam yollarını arayacağımıza, bir elit kesimin pençesine düşmenin oyun olduğunu bilince çıkarmalıyız! Birbirimizin dili, dini, soyu, kavmi ne olursa olsun; neticede insanız! İnsanca birbirimizi korumalı, kollamalıyız. Hiç bir din, bir diğerinden üstün olamaz. Hiç bir dil, bir kültür bir diğerinden daha güzel olamaz.

Kutsal kitaplarda bile buna vurgu vardır! Herşey bir yana, bırakın her çiçek kendi renginde açsın! Doğaya, tabita saygılı olalım, yeter…
Sevgili okuyucular, dininiz ve inancınız ne olursa olsun.  Sahip çıkın ve savununuz. Ancak, inançlarınızı başkasının ipoteğine bırakmayınız. Aksi taktirde, birilerine körü körüne bağlı kalır, sadece madden değil, maneviyatınızla da onların oyuncağı olursunuz… Unutmayınız!Bedenlerinizi köle olarak görenler, ruhlarınızı da köleleştirmek isteyeceklerdir. Ya onlara uyacak, ya da geleceğinize kendiniz çehre vereceksiniz. Karar sizin…

M. Zewal Doğan

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın