NURHAK DAĞ’IN GUGUK KUŞU

Halk arasında guguk kuşu hakkında çok farklı hikâyeler anlatılır. Ben size bunlardan birini anlatacağım. Bu hikâye Nurhak Dağı’nın eteklerinde güneye doğru öten bir guguk kuşunun hikâyesidir. Neden bu guguk kuşunun güneye bakarak öttüğünü, yani ölüm feryadına acılar içinde öttüğünü okuyacaksınız.

Doğa ve Canlılar

Biliyor musunuz kır çiçekleri rengârenk çiçek açıp, birilerin gelip de onların etrafa dağıttıkları mis gibi kokuları koklamaları için beklerler. Yolunu şaşırmış bir yolcu, bir çoban veya bir avcı gelsin ki o güzelim kokuları doya doya koklasın. Ağaçlar da aynı şekilde bir koyun veya bir keçi için güzel güzel yapraklar açarlar. Açarlar ki bir keçi gelip iştahla yesin. Yesin ki sahibine bol bol süt versin.

Doğadaki tüm canlılar doğal denge sağlansın diye birbirine destek verirler. Ağaçlar yaprak açmazlarsa keçi karnını doyuramaz ve tabii ki sahibine de bol süt veremez.

Ya kuşlar? Dağdaki kuşlar çok uzaklarda o güzelim sesleriyle farklı farklı öterler ki birileri gelip de doğada bir ahenk içinde icra edilen bu güzelim melodileri duysunlar, dinlesinler. O güzelim sesleriyle insana hoş bir haz vermek için öterler. İşte bu, doğadaki canlılar arasındaki dayanışmadır.

Her kuşun ve hatta her doğadaki canlının bir hikâyesi vardır, yani bir var olma nedenleri vardır. Ama içlerinden bazıları var ki yanık sesi ile derdini anlatmaya çalışırlar. İşte guguk kuşu (her ne kadar tembel bir kuş olsa da) bağrı yanık olanlardan birisidir. Guguk kuşu da her ilkbahar geldiğinde yüksek kayaların üzerine çıkar avazı çıktığı kadar öter. Öter ki sesi çok uzaklardan duyulsun ve feryadını herkese duyursun.

Halk arasında guguk kuşu hakkında çok farklı hikâyeler anlatılır. Eski zamanlarda insanlar guguk kuşun feryadını dinleyip o yılın nasıl geçeceğini tahmin ediyorlarmış. Hatta guguk kuşun öttüğü yöne göre, sert ve ekinler için tehlike uyandıracak rüzgârların dahi yönü tespit edilerek, hangi rüzgârın eseceği de tahmin ediliyormuş. Ve şöyle bir tekerleme söylüyorlarmış:

Doğuya doğru öten guguk kuşu teselli verir,

Güneye doğru öten guguk kuşu ölüm haberi verir,

Batıya doğru öten guguk kuşu ise iyi haberi verir.

Bu yüzden guguk kuşu ile ilgili dünyanın farklı yerlerinde farklı farklı hikâyeler ve efsaneler anlatılır. Ben de şimdi size Nurhak Dağı’nın eteklerinde güneye doğru öten guguk kuşun hikâyesini anlatacağım. Yani bu guguk kuşunun neden güneye bakarak ölüm feryadına acılar içinde öttüğünüokuyacaksınız.

Acı Haber

Nurhak Dağı eteklerinde bir köyde bir zamanlar fakir ama mutlu bir aile yaşarmış. Adam her gün dağa gidip paslı baltası ile ardıç, mazı gibi ağaçlar keser ve eşeği ile pazara götürüp satarak geçimini sağlarmış. Kasaba köye çok uzak olduğu için bu iş biraz zahmetli ve yorucuymuş. Ama adam ne yapsın.

Derken çalışmış çabalamış ve birkaç koyun ve keçi almış. Artık adam odun kesme işini bırakıp davarını yazın Nurhak yaylalarında otlatarak evin geçimi için çalışıp didinirken, karısı da çocuklarına bakar ve ev işleri ile ilgilenirmiş.

Söğütlü Çayı’nın deliliğinin tuttuğu günlerden bir günmüş. Yağan yağmurun etkisiyle Nurhak Dağ’ından eriyen kar suları ile Söğütlü Çayı, Deli Fırat’a taş çıkartırcasına köpürüyormuş. Azgın suları dağ, taş, kaya demeden önüne geleni alıp Elbistan Ovası’na kadar sürüklüyormuş. Azgın sular çay kenarındaki koca koca söğüt ağaçlarını dahi kökleriyle söküp aşağıya, ovaya kadar götürüyormuş.

Öyle ki azgın sular geçit vermez, karşı köye gitmeye engel olurmuş. Hatta iki köy arasında yapılan tahta köprüyü de her ilkbaharda olduğu gibi o yıl da erkenden alıp götürmüş. İlkbaharda dellenen Söğütlü Çayı’na karşı çıkan olmazmış, “dur ne yapıyorsun” diyemezlermiş. Çünkü bu zamanda asabi olur. Halk, çayın kenarına dahi yaklaşmaya cesaret edemiyormuş. Bakarken bile insanın başını döndürüyormuş.

Kötü haber tez duyulur misali yağmurlu bir günde aldıkları habere göre karşı köyde oturan kadının babası, bahçede ağaç budarken şimşek vurmuş ve adam yere cansız düşmüş. Suyun öbür yakasında haber veren bekçi, hüngür hüngür ağlıyormuş. Zaten o gün gök gürleyip şimşek çaktığı zaman köy halkı şimşeğin bir yerlere vuracağını tahmin etmişler.

Bir önceki yıl da yine bir ilkbahar günü Nurhak Dağı eteklerindeki bir kayayı ikiye bölmüş, az kalsın köyün çobanı ve koyunları telef oluyormuş. Neyse ki sadece iki keçi canını kurtaramamış.

Adam ve karısı hemen yola çıkmışlar ama her yıl olduğu gibi tahta köprü çoktan sele kapılıp gitmişti. Kendilerini hemen suya vursalar, sulara kapılıp ovaya kadar sürüklenmek vardı. Zaten suyun kenarına gelir gelmez o kadar sıkıntının içinde kadın köpüren suya bakar bakmaz başı dönmüş.

Karşı köye gitmek için başka çareleri olmayan adam, karısını sırtına alıp, suyun en ince kısmında karşıya geçmeye çalışmış. Karların erimesi ve şiddetli yağmurun yağmasıyla çayın suyu her an çoğalıyormuş. Adam su içinde her adım atışında biraz daha aşağıya doğru sürükleniyormuş. Adım attıkça ayaklarının altındaki kumun kaymasıyla bir anda dengesini kaybetmiş ve karı-koca geride iki çocuğu öksüz bırakarak azgın sulara kapılıp gitmişler.

İki Öksüz Yavru

Ana ve babasını kaybetmiş iki kardeş, bu yol geçmez kervan gelmez küçük köyde tek başına kalmışlar. Kapı komşusu olan amcasına sığınmak zorunda kalmışlar. Zaten çocukların amcasından başka da kimsesi yokmuş.

Amcasının hiç çocuğu olmadığı için karı koca tek başına yaşıyorlarmış. Amcası kardeşinin davarını da kendi davarına katarak yaşamını sürdürmeye dursun, gaddar yenge bu çocuklara yapmadığını bırakmıyormuş. Evin her işini küçücük kıza yaptırıyormuş. Kızcağız, ahırları temizleyip gübreyi dışarı atıyor, ineği sağıyor ve davarın suyunu da taşıyormuş.

Yengesi de yan gelip yatıyormuş. Bütün gün boyunca komşu kadınlarla dedikodu yapmaktan başka bir şey yapmıyormuş. Kız da evde olup bitenleri korkudan amcasına söyleyemiyormuş. Söylese de zavallı amca ne yapabilirdi? O da bu cadı karısından çok korkuyormuş.

Matemli İlkbahar

Nurhak’ın zirvesi hâlâ kar altında iken; aşağı etekler ve yamaçlar karaya bürünmüş, toprak ana uyanmış. Dağların arasındaki bu köyde ilkbahar olunca her taraf yeşile bürünürmüş ve rengârenk çiçekler mis gibi kokuyormuş. Kayalıklar arasında rengârenk açmış sümbüller ve nergisler, rüzgâr ile bir o yana bir bu yana dalgalanıyorlarmış.

Toprak kokusu, nergis kokusu, sümbül kokusu ve türlü türlü bitki kokusu birbirine karışmış, her taraf adeta parfüm kokarmış. Ovalar ve tepeler neşelenmeye başlamış.

Kuzuların keyfine ise diyecek yokmuş. Analarını bekleyen küçük çocuklar gibi o incecik sesleriyle meleşiyor, ama güneş sırtlarına vurdukça da çayırda zıplayarak baharın tadını çıkarıyorlarmış.

Babalar tarlalarda çalışırken, anneler ev işleri ile ilgileniyorlarmış. Yemyeşil çayırlarda dolaşan çocuklar rengârenk çiçekler toplayıp annelerine götürüyorlarmış ama bu iki kardeşin annesi olmadığı için çiçek toplamıyorlarmış.

Kısacası doğadaki bütün canlılar, gelen baharın tadını çıkarıyorlarmış ama iki kardeşe öksüz olduklarını anımsatıyor ve onları mateme boğuyormuş. Onun için bu iki kardeş, her ilkbahar Nurhak tepesindeki karların erimesini asla istemiyorlarmış.

Zalim Yenge

Böyle hoş bir ilkbahar gününde canı taze kenger isteyen zalim yenge çocuğun eline bir çuval ve kızın eline de bir kazma verip dağa göndermiş. Çocuklar sesini çıkarmadan hemen yola çıkmışlar. Köyün üst tarafındaki düzlükte bulunan mezarlığı geçerken bir an ikisinin de içi burkulmuş. Ana babalarının bir mezarı bile yokmuş. Yokmuş ki gidip mezar taşlarına zalim yengenin onlara yaptığı eziyeti anlatsınlar, yani içlerini döksünler.

Kız önde oğlan arkada yokuşu çıkmaya başlamışlar. Yenge korkusundan dolayı bir an önce gidip bir çuval taze kenger toplayıp karanlık çökmeden eve geri dönmek için kız acele ediyormuş ama küçük çocuk durumun ciddiyetini pek kavramadığı için yavaş yavaş yürüyormuş. Hatta bir ara sağda bir kayanın dibinde bir sümbül görmüş. Koşa koşa gidip rüzgârda hafif dalgalanan bu sümbülü getirip ablasının saçına takmış.

Kızın bakımsız ama uzun siyah saçına sümbül çok yakışmış. Duygulanarak kardeşine sarılan ve onu sımsıkı kucaklayan kız, gözünden dökülen mutluluk gözyaşlarına engel olamamış. Belki de ilk defa böyle bir mutluluk yaşıyormuş. Kardeşinin bu jestine gülümseyerek ve saçını okşayarak teşekkür etmiş ama arkasında biraz acele etmesi için de azarlamış. Daha tepeye varmadan nefes nefese kalan çocuğu çok kötü bir öksürük tutmuş. Zar zor kendini tepeye atan çocuk, sırt üstü bir çakırdikenin yanına uzanmış.

Nurhak eteklerinde öksürüğü tutmuş veya boğmacaya karşı bir çocuğun boynuna renkli taşlar takılırdı. Bu taşlar özel “ocak” dediğimiz inançlı evlerde olurdu. Bu aslında bir batıl inanç olup, kırsal kesimlerde inanılıp, uygulanan bir durumdu. Uzun zamandır öksüren çocuğa yaşlı bir kadın renkli bir taş boynuna asmıştı ama bunun da pek faydası olmamıştı.

Tepeye varır varmaz iki kardeş belini bir taşa verip oturmuşlar. Taşın dibinde birkaç dal kuzukulağı gören kız, kopararak küçük kardeşine vermiş. Oturdukları yerde ikisi de bir süre sessizce yemyeşil ovayı seyretmişler. Ağaç yapraklarıyla yeşilliklere bürünmüş ovanın ortasında bir yılan gibi kıvrılıp akan ve güneşin ışıklarıyla parlayan dereye bakmışlar.

Söğütlü Çayı, bugün ne kadar güzel parlıyor” diye düşünmüş kız. Hâlbuki onları öksüz bırakan şimdi sevimli görünen bu Çay’dı. Ovayı nefret dolu bir bakışla süzen kızın karakaşlı gözleri bir an mezarlığa ilişmiş, içi burkulmuş. Gözleri; sevimli görünen ama onların yüreğini yakan dere ile mezarlık arasında mekik dokumuş ve Çay’a kızıp, lanetlemiş.

Çocuk ise her şeyden habersiz kendi halinde etrafta topladığı taşlarla kendi kendine bir oyun oynuyormuş ve kalkmaya hiç de niyeti yokmuş. Yerinden kalkan kız, kardeşini zorla ikna ettikten sonra yola çıkmışlar. Dereleri aşmışlar ve köyden çok uzakta bir yamaca varmışlar.

Kardeş Katili

Bu bol kengerli yamaca varır varmaz kız başlamış kazma ile kengerleri sökmeye, çocuk da arkasında kızın kestiği kengerleri bir hançer ile tıraş edip çuvala koyuyormuş. Derken akşam olmuş, karanlık çökmeden eve dönecekleri zaman kız ne kadar kenger topladıklarını görmek için çuvalın içine bakmış, bir de ne görsün, saatlerdir durmadan kenger toplamışlar, ama çuvalın dibinde sadece birkaç tane varmış.

Çuvalı öyle boş gören kız deliye dönmüş. Biraz sakinleştikten sonra kardeşine topladıkları kengerleri ne yaptığını sormuş. Çuvalın dibinde bir delik olduğunu fark etmeyen çocuk ise korkudan titreyerek kengerleri yemediğini ve çuvala koyduğunu söylemiş. Kardeşinin dediklerine inanmayan kız, kulağından tutup “kengerleri yedin mi?” diyerek ona bağırıp çağırmış.

Bu durumda ne yapacağını bilmeyen kız, eli boş bir şekilde eve dönerse yengesinin onlara neler yapacağını da çok iyi biliyormuş. Çılgına dönen kız, o an kardeşinin karnını açıp bakmak istemiş ki hele gerçekten de kengerleri yedi mi? Yoksa kardeşi doğru mu söylüyordu? Bir an irkilmiş, “ya yememişse” diye düşünmüş. Peki, yememişse gün boyu topladığı kengerlere ne olmuştu?

Çaresiz kalan kız, acımasız duygularla kazmayı kardeşinin kafasına vurmuş. Kanlar içinde yere yıkılan kardeşinin bir süre sonra öldüğünü gören kız, o sinir ve öfke ile kardeşinin karnını açmış bakmış ki kardeşi yalan söylememiş.

Kardeş katili olan kız, ne yapacağını, nereye gideceğini bilememiş. Çaresizce tepeden tepeye dolanıp durmuş. Çoktan akşam olmuş, Nurhak Dağı eteklerindeki o günlük güneşlik cıvıl cıvıl olan kırlar, tepeler çoktan sessizliğe bürünmüş, dolunay tepenin ucunda belirmiş bile. Elindeki kazma ile kayanın tepesinde bir çukur açmış ve kardeşini oraya gömmüş. Kardeşinin mezarı başında oturup uzun uzun ağlamış.

Nurhak Dağ’ın Guguk Kuşu

Bir ara yerinden kalkıp kayanın ucunda aşağı bakmış. Her taraf karanlık olduğu için kayanın dibi görünmüyormuş. Bu acıya dayanamayacağını anlamış ve Allah’ım yalvarmış. “Allah ne olur, bana yardım et, ben bu acıya dayanamam” demiş. Kız kendini bu kayadan aşağı atarken Tanrı, kızın feryadına cevap vermiş ve onu bir guguk kuşu yapmış. Yapmış ki her yıl ilkbaharda kengerler çıkmaya başladığı zaman kardeş katili olduğunu söylesin.

İşte her ilkbaharda Nurhak Dağı eteklerinde kengerler çıktığı zaman yaşlılarımız kayaların başına çıkan ve acı acı öten bu kuşun kardeşini öldüren bu kız olduğunu söylerler. O günden sonra guguk kuşu güneye bakarak ölüm feryadına acılar içinde şu şekilde öter:

Öterken çıkardığı ses

(Kürtçesi) (Türkçesi)

Pepûk: Guguk Kuşu:

-Kê kuşt? Mîn kûşt. Kim öldürdü? Ben öldürdüm.

-Kê şûst? Mîn sûşt Kim yıkadı? Ben yıkadım.

Bu guguk kuşu, her ilkbahar tepelerin başına çıkar ve güneye bakarak acı acı öter, öter ki feryadını herkes duysun. Yaşlılarımız kardeşini öldüren bu kızın kendini o kayadan attığını söylerler. Kayanın dibindeki o geniş taşın üzerindeki siyahlıkların ise kızın kanı olduğunu söylerler.

Her yıl ilkbaharda guguk kuşu öttüğü zaman halk bu hikâyeyi hatırlar ve guguk kuşun bu hikâyeye göre ortaya çıktığını söylerler. Küçükken o kayanın dibinde geçerken hep bu hikâyeyi hatırlardık ve o geniş taşın üzerindeki siyahlıklara bakarken de çok üzülürdük.

(*)Hüseyin Mirza Karagöz’ün 2011 yılında yayınlanan “Nurhak Dağ’ın Guguk Kuşu” kitabınından alınmıştır(Sayfa 24-32).

 

Please follow and like us:
Pin Share
Editör hakkında 223 makale
Bilen bilir

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın