ÖYKÜLER VE KOKULAR

Bazı edebiyatçıların eserleri buram buramdır. Her bir satırına kokular sinmiştir; alın teri, makinelerin, çiçeklerin, hüznün, sevincin, endamlı sevgililerin, insanların ve anaların kutsal kokusu…
Bir hoş oluruz bu kokularla. Gemilerimiz yelken açar. Alıp bizi geçmişe götürürler. Sevdiklerimizin kokuları dolar yüreğimize. Onlarla güler ve onlarla derin hüzünlerin okyanusuna dalarız. Hem hayat bir anılar toplamı değil midir?
Bu tür yapıtlar gözle okunduğu kadar, burunla da koklanır. Ağzımıza güzel bir tat bıraktıkları gibi, burnumuza da güzel kokular bırakırlar. Ozan Yayıncılık’tan çıkan“Stres Bileziği” alt başlık “Anamdan İnciler 2″ adlı anı-öykü kitabına da Ana ve mücadele kokusu sinmiştir. Yazar Necmettin Yalçınkaya’ya ait olan bu kitap, annesinin güldüren ve aynı zamanda da düşündüren öykülerinden oluşmakta. Ve bu kitap, “12 Eylülde Çok Güldük Netekim,” adlı kitabın devamı.
Sade bir dili var. Usta yazar Muzaffer Oruçoğlu’nun kitap hakkında belirttiği gibi, “Yalçınkaya kalemini hayatın içinde gezdirmeyi sürdürüyor.”
Kalemini hayatın içinde sürdürürken de bizi yolculuklara çıkartıyor. 12 Eylül öncesi ve sonrasını anlatıyor. Hayatın en karanlık dönemlerinde bile gülünecek birçok şey yaşanır. Ölümü bekleyen, işkencecisini bekleyen ya da hapiste gün sayarken yaşanan o olayın gülünecek bir tarafı yoktur. Ama bir süre sonra, o trajedinin ortasında mizahi olayların da yaşandığını hatırlar ve sarsıla sarsıla ya da varsa göbeğiniz, göbeğinizi hoplata hoplata gülersiniz.
Çünkü hayat hiçbir zaman tek yönlü değildir. Hüzün varsa, sevinçte vardır. Ağlamak varsa, gülmekte olacaktır. O tür durumlar da gülmek umman ortasında beliren küçücük bir ada gibidir. Orada biraz dinlenir ve tekrardan kara ummana dalarız. Devşirdiğimiz güçle hayatın içerisinde kulaç atmaya başlarız. Kısacası her şeyin bir zıttı vardır. Tıpkı Necmettin Yalçınkaya’nın bir öyküsünde olduğu gibi; empati varsa, antipati de vardır.
Gençler fikir jimnastiği yapmaktalar. Kadınlarla birlikte annesi de gelir onları dinlemeye başlar. Empatinin ne olduğunu tartışırlar. Her biri farklı açılardan yaklaşır empatiye. Anası da temiz duygularıyla tartışmaya katılır. Saf demişken, söylemeden geçemeyeceğim anamız çok sivri bir zekaya da sahiptir. Velhasıl kadınlar, “Sempati, antipati, empati, pati pati,” diyerek gülmeye başlarlar. Serkan, “Ana,” der. “Benim Alsancak’ta Empati isminde bir Türkü barım var. Diğer anaları topla birgün, gelip misafirim olursun.”
Belki iş olsun diye söylemiştir bu sözleri Serkan. Ama ana bunu ciddiye alır. Oğlunu aratır her tarafta. Oğlunu bulduğunda, “Serkan’ın Türkü Barına gideceğiz ama ismi bir türlü aklımıza gelmedi. Ne patiydi bilemedik!”
Şakalar devreye girer ve sonunda barın ismini söyler. Etrafına topladığı kadınlarla, ana barın yolunu tutar.
İki binli yıllardaysa artık oğlu mültecidir. İnternet üzerinden görüntülü olarak görüşmektedirler. Artık hastadır anamız. İçindeki umut ve sevinç güneşi artık ışıklarını zorlukla yayabilmektedir. Küçücük kalmıştır. Burnunda tütmektedir oğlu ve torunları. Görüntülü görüşürlerken bile esprilerden vazgeçmez. Etrafına kahkahalar dağıtan anamız acılarla boğuşmakta. Gözlerimizin önünde dirhem dirhem erimektedir.
Son öykü de ise artık edebi istirahata çekilmiştir. Geriye ise iki kitaplık bir demet gülücüklü öykü bırakmıştır. İnci tanesi anamız, oğlunun bu vefakarlığıyla rahatça uyumaktadır. Ee dünyadır, diyoruz; doğum varsa, ölüm de olacaktır. Yeter ki genç yaşta koparılıp götürülmesinler.
Evet, yazar Necmettin Yalçınkaya’nın kitabına birçok şey sinmiş. Çoğunlukta ise analarımızın kokusu var. Kutluyoruz yazarımızı.

MEHMET SÖĞÜT

Please follow and like us:
Pin Share
Editör hakkında 223 makale
Bilen bilir

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın