ELEŞTİRMEK ve YARGILAMAK

Sevgili okuyucular, bu iki kavramı günlük yaşamımızda sıklıkla kullanmaktayız. Fakat ne yazık ki, çoğunlukla kullandığımız, tellafuz ettiğimiz kavramların anlamlarını bilmemekteyiz. Bilmiyoruz sahiden de. Ve bir çok kavramı, kelimeyi bilmeden sarfediyoruz. Bu durum, elbette ki eğitsel bir özürdür. Temelli bir eğitimden yoksun oluşumuzdan kaynaklanmaktadır. Bir kere, (bendeniz dahil) hepimiz herşeyi biliyoruz. Bilmekte, üstümüze yoktur. Çok bildiğimizle gururlanırız. Bildiğimizle yetinsek, yine sorun yoktur. Bu yetmiyor. Bu bizi tatmin etmiyor. Bildiğimizi başkasına da aktarmalıyız. Yanlış mı doğru mu, önemli değil, fikirlerimizi herkese kabul ettirmeliyiz. Kabul ettiremiyor, ikna edemiyor muyuz karşımızdakini. Israrla dayatmalıyız. O da yetmedi, hakaret etmeliyiz. Hatta mümkünse, gelmişini geçmişini karıştırarak birşeyler bulup hırpalamalı, toplumun gözünden düşürmeliyiz. 
Oriyantal (Şark) bakışı açısı diyorum buna. Bu tarihte bu durum, vahim bir yaklaşımdır aslında. Evet, biz şark kafalıyız. Daha önceleri sıklıkla yazmıştım bunu. Sıcak kanlı, tez canlı kimseleriz. Olaylar, hadiseler karşısında çabuk alevleniriz. Sormadan, sorgulamadan, hatta duyduğumuz üzerinden birkaç saniye bile düşünmeden taaruza geçeriz hemen. Kendimizi dünyanın merkezi olarak gördüğümüzden, daima karşıt oluştururuz. Dar düşünceli, dar kapasiteli Şark kişiliklerimizle, karşıtlarımızı (kendi bakış açımıza-kendi doğrularımıza göre) topa tutarız. Karşıtlarımızın düşüncelerini, fikirlerini çürütmeyi ciddi bir hayat meselesi gibi ele alırız. Fakat bu arada (yukarıda da vurgulandığı gibi) her gün tellafuz ettiğimiz kavramlardanvicdanı, adaleti ve bunların toplamı olan ahlaklı duruşu, etik yapımızı unuturuz. “Eh ne olmuş canım? Eleştriyorum!” der geçeriz. Ve sonuç itibarı ile kopardığımız kıyamet itibarı ile, ne birşeyler alabiliyor ne de verebiliyoruz.   
Konu ne olursa olsun; olayları gelişmeleri eleştirmek, eleştri yapmak, her bireyin doğal hakkıdır. Bu hak, bireyin içerisinde bulunduğu konuma göre değişir. Koşullar ne olursa olsun, yine de eleştirmek, bireysel bir haktır. Fakat bizler, eleştiriyi kişiselleştirdiğimiz için, olaylar, hadiseler karşısında objektif olamadığımız için, hatta birbirimizi hiç dinlemediğimiz için, eleştirdiğimizi sandığımız kimseleri yargıladığımızın farkında bile değiliz. Oysa bu durum, bizim kendimizin eleştriye açık olmadığını ele vermez mi? 
Neden, önce kendi düşüncemize, sonra başkalarının düşüncelerine objektif ve tarafsız bir gözle bakmayı denemiyoruz? Neden bir kez de olsa bunu beceremiyoruz? Hatta, daha açık sorayım; neden eleştiriye açık değiliz? Kendimiz eleştiriye açık olmadığımız için de, her şeyi kişiselleştiriyoruz. Herhangi bir konuda bizden farklı düşünen kimseleri sebepsizce düşman olarak görüyoruz. Bir kere kamplaşmışız. Kimi zaman, savunmaya geçtiğimiz herhangi bir birey için, veyahut bir kurum için en yakınımızdaki insanı bile feda ediyoruz. 
Asıl vurgulamak istediğim husus şudur ki, fikrimiz, düşüncemiz ne olursa olsun; niyetimizi, kimsenin bakış açısını çürütmek üzerine odaklamamalıyız. Ne başkalarının fikir ve düşüncelerini çürütmeyi temel almalı, ne de kendi bakış açımızı değişmez doğru olarak görüp, karşıtlarımıza dayatmaya çalışmalıyız… Tam aksine, aynı gemi ile yolculuk yapan insanlar misali, küreselleşen, ve giderek küçülen dünyanın gidişatı husunda tamamlayıcı sorumluluk duygusuyla hareket etmeliyiz diye düşünüyorum. 

Sonuç itibarı ile hepimiz ölümlü bir dünyada yaşıyoruz. Hangimiz ne zaman konuşmaya yeltensek, “yarınlar” diyoruz. “Gelecek kuşaklar” diyoruz. Bunu söylerken bireysel ‘egolarımız’ı ne kadar öteliyoruz? Bilemiyorum bunu… Bu hususları ne kadar tartışsak azdır. Ancak fazlaca vaktinizi almak istemem. Sözü uzatmadan, Steve JOBS’un çok anlamlı bulduğum şu sözleri ile bitirmek istiyorum:

Hiç kimse ölmek istemez. Cennete gitmek isteyenler bile, oraya gitmek uğruna ölümü göze almak istemezler. Oysa ölüm hepimizin ortak sonu. Şimdiye dek hiç kimse ölümden kaçamamıştır. Bunun böyle de olması gerekir. Çünkü ölüm, hayatın en güzel icatlarından birisidir. Ölüm, hayat’ın değişim ajanıdır. Yenilere yer açmak için, öncekilerden kurtulmanın tek çaresidir. 
Şu an için, yeni sizsiniz, ama günün birinde, üstelik pek yakında siz de eskiyecek ve aradan çıkarılacaksınız. Bu kadar acımasız olduğum için üzgünüm, ama gerçek bu! Zamanınız kısıtlı… Bu yüzden, başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın. Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün, kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. Ve en önemlisi, kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler… Bunun dışındaki her şey ikinci plandadır… ” 
Steve Jobs
Değerli arkadaşlar, umarım bu paragraf, bana anlattığı gibi, sizlere de çok şey anlatmıştır. İnsan, yeryüzününün kendi kaderine hükmeden (düşünerek yaşayan) tek varlığıdır. Ahlak kavramını geliştiren de insandır, vicdan kavramını geliştiren de… Ömür denilen şu kısacık zaman diliminde adaletli ve ahlaklı yaşamak, kişisel prensiplerimizin gereğidir. Birilerinin eksiğini gördüğümüz zaman, önce kendimize bakalım. Eleştri adı altında karşımızdakini yargılama yerine, kısa vadeli bir empati kurarak (kendimizi eleştirdiğimiz kimselerin yerine koyarak) olaylara yaklaşırsak eğer, gelecek kuşaklara daha sağlam yarınlar vaadedebiliriz. Aksi takdirde, bireysel ego’larımızın tatmininden öteye yol alamayız. Unutmayınız! Hepimiz, bir diğerimizi eleştirme hakkına sahibiz, ama karşıtlarımızı yargılama hakkına asla… Önce kendimize bakalım. Aynanın karşısına geçip, kendimizi gözden geçirelim diyorum. Sonra başkasının eksiğine bakmak zaten kolay… 
Derin saygı ve selamlarımla,
 
Mustafa Zewal Doğan

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın