ALEVİLİKTE BAŞKA BİR BAKIŞ AÇISI

Yazarlar; Hüseyin Mirza Karagöz ve Ali Karagöz, Elbistan bölgesindeki bazı Alevi köyleri ile ilgili yaptıkları tarih ve kültür araştırmasını 2013 yılında, ”Tavkirarlılar Tarihi ve Kültürü” adlı kitap ile kamuoyuna sundular. Yazarlar bu kitapta  Alevilik ile ilgili görüşlerine de yer vermişler.

 

Tek yönlü yayın politikasını, demokratik çoğulcu bulmadığımızdan dolayı, farklı yazarların düşüncelerinı Sitemizde yayınlamaya devam ediyoruz ve böylece araştıran, düşünen ve okuyan bir toplum mücadelesine katkı sağlamaya devam ediyoruz.  Yazar arkadaşların bilgisi dahilinde, kitabın 281-285 sayfalarında yer alan kısımları sizlerle paylaşmayı düşündük.

 

Sitemizin genel prensibi olarak, her yazar kendi yazısında sorumludur. Yazı hakkında görüşleri veya önerisi olan, değerli yazarlarımız ile irtibata geçebilirler.

 

Bu kitapta yazarlar, Alevilik konusunun yanı sıra, Elbistan’da bir köyün nasıl Alevilikten Sünniliğe geçişini de, yaptıkları röportajlarla uzun uzun anlatmaktadılar. Kitabı temin etmek isteyenler, yazarların mail adresleri ile ulaşabilirler.

 

Saygılarımla/Site Editörü Aydın Dost

 

 

Alevilik(*)

 

Alevilik bizce “Anadolu İslamlığı” olarak algınabiliyor, ama bu kendine has bir inanç anlayışıdır. Bu yüzden “Alevilik, İslam’ın Özü”dür dersek günümüz Alevilik anlayış ve özünü yok saymış oluruz. Çünkü Alevilikte uygulanan ritüeller bugün Sünnilikte veya İslam’ın uygulandığı herhangi bir ülkede uygulanmamaktadır.

 

Mesela bağlama çalarak ibadet eden bir başka İslam ülkesi yoktur. Hiçbir Alevi namaz kılmaz, camiye gitmez, Ramazan orucu tutmaz ve Hac’a gitmez. Kadınla erkeğin yan yana ibadet ettiği başka bir İslam ülkesi olmadığı gibi İslam inancından da böyle bir şey yoktur. Bugün İslam dünyasında selamlaşma amaçlı dahi kadının eli sıkılmıyor ama Alevilikte kadın erkeğiyle birlikte yaşamın her alanında yer alıyor.

 

Diğer taraftan, bugün Aleviler arasında önemli bir yer edinmiş olan oniki İmamlar, Ehl-i Beyt ve Hz. Ali inkâr edilemez ama unutmayalım ki günümüz Aleviliğindeki Hz. Ali algısı gerçek Hz. Ali ile bir ilgisi yoktur. Ne zamanki Hz. Ali birinci Halife yapılmayarak haksızlığa uğradı, işte o zaman Aleviler Hz. Ali’den yana durdular. Yoksa İslam’ın yayılması için en çok kılıç sallayan da Hz. Ali’dir. Aynı durum İmam Hüseyin için de geçerlidir. Çünkü Kerbela’da haksızlığa uğradı. Mesela İmam Hasan’ın karısı neden Aleviler arasında makul bir değere sahip değildir. Zaten Alevilik hep ezilen ve haksızlığa uğrayanın tarafında yer almıştır.

 

Buradaki amacımız ne Alevileri özünden koparmak ne de İzzettin Doğan öncülüğündeki Cem Vakıfları gibi Sünnileştirmektir. Çünkü Alevilik, İslam’dan da bir takım değerleri kendisine katmış, kendisine özgü bir inanç ve yaşam felsefidir. Anadolu Aleviliği ayrıca İslam’daki katı kuralları ve daha da önemlisi İslam içindeki Arap kültürünü terslemiştir.

 

Günümüz Aleviliğin ne kadarı İslam’dır ne kadarı değildir meselesini anlamak için, bölgedeki İslam öncesi dinsel yapılanmaya ve tarihsel gelişimine de bakmak gerekir. Yani Aleviliğin ne kadarı İslam’dan alınmıştır konusunu incelerken, İslam öncesi süreci de katarak incelemek gerektiğini düşünüyoruz ve bu yüzden mesela Zerdüştlük öğretisinin ve izlerinin hala günümüze kadar yansımalarına bakarak, Aleviliğin İslam ile bağlantısı konusunda bir fikir sahibi olabiliriz. Bu yüzden birazcık Zerdüştlüğü incelemek gerekir. Aşağıda bu konuda kısa bir araştırma ve Zerdüştlük ile Alevilik arasında bazı ortak rituallerden bahsediyoruz.

 

Alevilik, biçimsellikten uzak, öze değer veren ve kendi özüyle, doğanın ve Tanrı’nın özünü birleştiren bir yaşam felsefesidir. Alevilik Tanrı’yı doğanın dışında görmez. Yani tüm doğa Tanrı’yı yansıtır.

İnsan Tanrının görünüşe çıkmış sureti olarak görür. Diğer taraftan da doğanın yaratılmadığını, tam tersine Tanrı’nın özünden fışkırarak açığa çıktığını savunur. Buna “Sudur” denir.

 

Bu bağlamda Alevilik, vahiy yoluyla değil de, bilgelerin hipotezlerinden ve öğretilerinden oluşmuştur. Her kuşak bu yaşamsal paradoks felsefeye birşeyler katmıştır. Böylece Alevilik, “Geriye dönüş kültürünü” kendine has bir tasarım halinde bugüne taşıyarak inanç ve kültürel öğelerini içinde barındıran bir inançtır.

 

Alevilik, öbür dünya kavramına ve Ahrete inanmaz. Tanrıya korkuyla değil, “Sevgi”yle ulaşılacağını söyler İyilik- kötülük, güzellik-çirkinlik… vs gibi karşıt değerlerin bu dünyada yaşanıldığını savunur.

 

Alevilik, sezgisel aklın önemini vurgular ve insan (human, homo sapiens) farklılığını ve diğer varlıklardan üstünlüğünü bu yetiye bağlar. Günümüz Aleviliğini yalnızca “Ehl-i Beyt” düzeyinde görmek de yanlıştır. Çünkü günümüz Aleviliğin özünde “Eşitlikçi-paylaşımcı” duruş vardır. Tarihin akışı içinde hep toplumun ezilen katmanları tarafından sahip çıkılmıştır ve bundan dolayı da Aleviler her zaman bedel ödemişlerdir. Her zaman seküler (laik) bir dünya görüşünü savunmuştur ve böyle algılanmasından dolayı bugün bile en demokratik kesimler, Alevileri kendine en yakını görür ve onlarla kolay kaynaşırlar. Alevi ozanlarının ve bilgelerinin hemen hepsi de “Sol” dünya görüşünü savunmuşlardır.

 

Zerdüştlük ve İslam

Batılı araştırmacılar ve bilim çevreleri, Zerdüşt inancını araştırma konusu yaparak canlı tutarken, İslam ülkelerinde unutulmasına çalışılmış,

İslam öncesi inanç ve öğretiler gibi dışlanmış bir batıl inanç sayılarak, taraftarlarına kafirlik muamelesi yapılmıştır. Hatta cizye (İslam ülkelerinde

Müslüman olmayanlardan alınan bir vergi türü) ödeyenler kategorisinde görülmüştür. Oluşturulan bu korku, dışlanma ve hakir görmenin nedeni elbette İslam inancını yaymak ve kabul ettirmek içindi.

 

Bunun nedeni; güzel ve geçerli olan her şeyin İslam ile dünyaya geldiğini ve ondan önceki her inanç ve öğretinin “Kafirlik” olduğunu vurgulamaya çalışılmıştır. Buna rağmen araştırmalar gösteriyorki İrani halklar,

Kürtler ve hatta bazı Türkmenler bugün dahi hala Zedüşt inancının etkisinde kalmışlardır. Çünkü topluluklar (Klanlar) tek tanrılı dinleri (gönüllü

ya da zorla) benimsedikten sonra eski inanç ve rituallerini hepten terk etmediler. Zaman zaman yeni inancına uyum sağlayarak (rengine uydurarak) kısmen de olsa devam etmeyi sürdürdüler.

 

Zerdüştlük ve Alevilik

Alevilikte/Bektaşilikte bazı Zerdüşt ritualleri görmek zor değildir. Örneğin; Zerdüştlük’teki ateşin kutsallığı ve verilen değer, bugün bile Aleviler arasında yaygındır. Mesela genç bir kızın ateşin üzerinde atlaması uygun değildir. Ateşe tükürmek, su dökmek, üzerinde atlamak iyi değildir. Kürt Alevilerde ateşe su dökerek söndürmek büyük bir günahtır. Zerdüşlerce kurban ve adak için bir göl, nehir ya da su kenarı uygundur. Bugün bütün Aleviler de adak ve kurbanlarını bu sayılan yerlerin kenarında kesmeyi uygun görürler.

 

Gâhanbâr, yılın değişik günlerinde kutlanan bayramlara verilen bir adıdır. Bugün hala Dersim Kürtleri ve Ermenileri Aralık ayının son üç günü kutladıkları Gaxend (Gahend) ile Zerdüştlerin yılın son günlerinde kutladıkları Gâhanbâr ile çok benzerliği vardır.

 

Günümüz Alevi topluluklarında hala devam eden bu ve buna benzer birçok ritual Zerdüştlük’te de vardır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. İşte bu ve benzeri ritualleri, sadece Alevilerin hala devam ettirdiklerini görüyoruz. Alevilik ”Tamamen İslam’dan ayrılmadır” diyenlere bu ve buna benzer ortak ritualleri salık veririz.

 

Alevilerin Horasan kökenli olma algısı

Bölgeye yerleştirilen dedelerin hepsi Horasan kökenlidir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Horasanlı olması nedeniyle bütün Aleviler Horasan’dan geldiğini zannederler. Buna dair kayda değer bir bilgi, belge veya bağlantı yoktur ama herkes (Türk, Türkmen, Kürt vs.) Horasan’dan geldiğini sanıyor. Bu konuda hem yazılı olarak yapılan Alevi köylerine ait tarih araştırmalarında hem de bizim bizzat bölgeyi dolaşırken duyduğumuz “Biz Horasan’dan gelmişiz” sözü Anadolu’daki hemen hemen tüm Alevi köylerinde klişeleşmiş bir sözdür. Bugüne kadar Alevi köyleri hakkında yapılan birkaç çalışmayı da inceledik.

 

Araştırmacıların yaşlılardan duydukları ilk cümle “Bizler Kürt değil, Aleviyiz. Dedelerimiz Horasan Erenlerindendir” şeklinde olmuştur. Alevilik lafı edilince akan sular durur. Bu, bütün Alevi köylerinde böyledir. Öyle bilinir ve öyle inanılır. Yani inançsal kimliği etnik kimliğinden önce geliyor. Halbuki başka toplumlarda tam tersi söz konusudur, yani bir toplumun etnik kimliği inanç kimliğinden önce gelir.

 

Acaba neden bazı Kürt Aleviler bu şekilde kendini tanımlıyorlar? Bu söylem, genelikle Kürt Aleviler tarafında sıkça dile getirilen bir durumdur. Alevi Türklerde böyle bir durum söz konusu değildir, çünkü onlar her zaman önce Türk, sonra Alevi olduklarını vurgularlar.

 

Osmanlı Devleti, kırsal kesimi kontrol altına almak için uygulamaya koyduğu planın parçası olarak Dedeler mi kullandı? Yani “Hepimiz aynıyız, ayrımız gayrımız yok, bir kökenden geliyoruz” anlamında halkı bir arada tutmanın politikası mıydı? Yoksa Hacı Bektaş-ı Veli’nin Horasanlı olması vesilesiyle bu böyle mi algılandı?

 

Babalıktan Dedeliğe Geçiş

Resmi kaynaklara göre, Horasan’ın Nişabûr şehrinde 1281 yılında doğan Hacı Bektaş-ı Veli, ilk eğitimini Ahmed-i Yesevi’nin halifelerinden Şeyh Lokman-ı Perende’den aldı. Eğitimini tamamladıktan sonra Anadolu’ya getirildi. Bağlı olduğu “Ahilik Teşkilatı” ile Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Anadolu’da sosyal yapının değişimi ve dönüşümünde önemli rol oynadı. Zaten bu rolü hakkıyla yerine getirmesi içindir ki Osmanlı’nın başındaki padişahlar Hacı Bektaş-ı Veli’ye bir doğaüstü kimlik büründürdüler.

 

Hacı Bektaş-ı Veli’yi İslam’dan soyutlayıp, tamamen Aleviliğe hizmet etmiş diye gösterenlere ”Makalat” kitabını incelemelerini tavsiye ederiz. Çünkü Makalat incelendiğinde göreceksiniz ki İslamiyet’e uymayan davranışlara şiddetle karşı çıkar.

 

Dergah’tan yetiştirilip Anadolu’ya tayin ile dağıtılan dedelerin Osmanlı’nın kırsal kesimi kontrol etmek amacıyla uygulanan bir plan olduğunu düşünüyoruz. Yapı, hiyerarşik ve işlevsel olarak bilinçli bir plan ve sistem geliştirilmiştir. Çünkü, hiçbir dede oturduğu köy ve çevresinde Cem kurmamıştır. Dedenin talipleri hep başka yerlerde olmuştur.

 

Bu yüzden Alevilikteki babalığın bitip dedeliğe geçiş dönemi, Osmanlı’nın Hacı Bektaş-ı Veli öncülüğünde uyguladığı bu proje sayesinde gerçekleştirilmiştir. Yani dedelik Osmanlı’nın tanımladığı ve uygun gördüğü bir motiftir. Çünkü Ehl-i Beyt’te Babalık Ocak (Ocakzade) vardır ama Alevilikte ise Dedelik vardır. Halbuki, Ocakzade (Babaocağında) kutsallık, ermişlik ve doğaüstü bir durum sözkonusudur.

 

Bunun yanında ayrıca ağalık ve feodalizm güçlendirilmiştir. Ama, Osmanlı her ne kadar bölgenin sosyal ve kültürel yapısı ile çok uğraşmışsa da aslında Alevilik bünyesinde şehleri barındıramamıştır. Bunun birçok örnekleri vardır.

 

(*) Tavkirarlılar Tarihi ve Kültürü(2013), sayfa 281-285

 

Hüseyin Mirza Karagöz          Ali Karagöz

hmkaragoz@hotmail.com       ali.cawras@hotmail.com

 

Kaynak: http://www.alevi.se/language/tr/alevilikte-baska-bir-bakis-acisi/

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın