MADİBA – APO

Sevgili okuyucular merhaba. Yaşarken kıyaslama yapmak, herhangi birileri ile empati kurmak kadar önemlidir. Öğreticidir de. İşte, en basitinden, beyaz ile kara gibi. İyi ile kötü, aydınlık ile karanlık, mutluluk ile keder gibi örneğin… Biliyorsunuz ki kıyaslamalar daima zıtları içermez. Tezatlardan yola çıkarak, doğrudan vermek istediğim mesaja taşımak istedim sizleri aslında. Bazen “kıyas” denildiğinde, herhangi bir olgunun emsalini de kastederiz hayatta, değil mi? Örneğin kötünün, çirkinin emsali olabileceği gibi, iyinin güzelin de emsali vardır bilindiği üzere. İşte bu kısa makalemde, sizleri iki ayrı coğrafyada yaşanmış olan ve yaşanmakta olan bariz bir emsalle buluşturmayı umuyorum…

Güney Afrika ülkesi asırlarca beyaz adam’ın işgaline maruz kaldı. Toprağı işgal edilen siyahi ırk, beyaz adam’ın köleliğini kabul ettiği sürece, ona yaşama hakkı tanındı. Aksini düşündüğü an, olacaklar belliydi. Yaşananlar malum… Gün geldi, siyahi ırk, gezme parkları, eğlence yerleri, yüzme, güneşlenme alanlarından men edildi. Gün geldi, onlara ait olan ne varsa; herşeyleri ipotek altına alındı. Nüfus kontrollerine bile  tabii tutularak, kaç çocuk doğuracakları beyaz adam’ın otoritesine; onun iznine bağlandı. Ellerinde gelse, soludukları oksijene müdahale edilecek konumdaydı Güney Afrika halkı. Peki bu durum salt oraya mı aitti? Elbette hayır. Ne yazık ki dünyanın onlarca yerinde insan’a bu muamele reva görüldü. Ve aynı ölçülerde olmasa da, hala dünyanın bir çok yerinde benzeri muameleler sürmektedir. İsterseniz, biz Tekrar Güney Afrika’ya dönelim.

“Madiba” Güney Afrika’nın en eski, en köklü bir kabilesinin ismidir. Dolayısıyla bu sözcük, Afrika halkları için biraz kutsaldır! Maneviyatta “Ata-baba”anlamına gelen bu sözcük, yıllar sonra siyahi ırk için hayatını feda eden Mandela’ya onursal ünvan olarak verilecekti. Evet 1918 yılının Temmuz ayında, Mvezo’da dünyaya gelen Nelson Mandela, yirmi yedi yılını cezaevinde geçirerek, olumsuz gidişata “Dur!” dediği için bu ismi fazlasıyla haketmiş; bu manevi yüceliğe layık görülmüştü kendi halkı tarafından. Nelson Mandela’nın direnişçiliği biliniyor, ancak O’nun anlatılması gereken en etkin yönü: Büyük bir barış sevdalısı oluşuydu. İnsanlığın bu kadar düşürüldüğü günümüz çağında, hem dostunun hem de düşmanının saygınlığını kazanmak; o kadar kolay olmasa gerek. Madiba dünyadan ayrılırken, dostu da ağplamıştır O’na, düşmanı da… Mandela çizgisi öyle üç, beş satırla anlatılacak bir hikaye değildir, biliyorsunuz. Öğrencilik yılları, avukatlığı onlarca romana konu olmuştur bu güne kadar. Bir makale ile anlatamam O’nu. Arada bir O’nun yüce anısı önünde saygı ile eğilir; kendisini anar geçerim böyle. Cezaevinde çıktığı günü hatırlıyorsunuzdur. O görkemli kalabalığın karşısına çıktığında, ilk cümlesi şöyle idi yanlış hatırlamıyorsam: “Biz çok zulüm gördük, çok acılar çektik, ancak ne yakınacak, ne de benciller gibi intikam duygularının arkasına saklanmayacağız.Başından beridir kavgamız barış’tı bizim. Öyleyse, barış için, kaldığımız yerden devam edeceğiz!”

Diğer bir coğrafyaya geçiyorum. Apo, Kürdistan’da amca-emmi anlamında kullanılmaktadır. Kürdistan’lı çocuklar istisnasız; babasının yaşında olan tanıdık, tanımadık her kesime amca-emmi anlamına gelecek Apo tarzında seslenirler. Bu kelimenin, bu sözcüğün salt “babam’ın kardeşi” anlamından öteye, Ata‘lık atfeden yönü ağırlıktadır. İşte, her ne kadar isminden çağrışım yapsa da, Kürdistan halkı adına hayatını ortaya koyan Abdullah Öcalan da, Ata’lık sıfatıyla APO olarak adlandırılmış, manevi olarak onurlandırılmıştır halkı tarafından. Yukarıda, beyaz adam’ın (Apartheid yönetimi’nin) Güney Afrika  halkına yaklaşımını, bir iki kelime ile hatırlatarak geçmiştim. Kürdistan’da, Türkiye Cumhuriyet’i adına, halka reva görülen muamele biliniyor, (şimdilik biraz nefes alınır duruma gelmişse de) o dönemlerin izleri, travmaları hala belleklerde tazeliğini korumaktadır. Nasıl ki Madiba, Güney Afrika halkının kabul edilemez gidişatına “dur!” demiş ise bir dönemler; Kürdistan halkının kabul edilemez gidişatına da APO “dur!” demiş,  bireysel yaşamını hepten kendi halkına feda etmiştir! Biliniyor ki Mandela, “Barış” temennilerini salt siyahi ırkla sınırlı tutmamıştır işin sonunda. Beyaz ve siyah adamın birbirlerine sarılmasını sağlamış, Güney Afrika’yı yaşanılır bir ülke haline getirmiştir. Düşünün ki, kendisine en çok zulüm yapan kişiyi bile (Frederik de Klerk’i) cumhurbaşkanı olunca kendisine yardımcı olarak atamıştır. Buradaki benzerliğe dikkat ediniz: Kürdistan halkı adına yola çıkan Öcalan ise, salt Kürt halkkının özgürlüğünü değil, yanıbaşındaki bütün halkların geleceğini gözetleyen conseptler üzerine yoğunlaşmaktadır! Bugün Kürd’ün, Türk’ün, Arap’ın, Laz’ın, Çerkez’in, Ermeni’nin, Süryani’nin umudu haline gelmiştir Öcalan.

Bitirirken, şunu vurgulamak istiyorum. Malum, cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşmaktadır. Anadolu halkları, belki de tarihlerinde ilk defa kendileri adına bir “REİS” seçimine gideceklerdir. Bir nevi Fransız yönetimine benzer, “yarı-başkanlık sistemi” biçimindeki bir oluşum hedeflenmektedir. Elbette ki başta merkezi yönetim olmak üzere, yukarıdan aşağıya doğru (bütün bürokraside yerel yönetimlere kavuşmak dahil) birçok  değişiklik ön-görülmektedir. Son on yılı aşkındır Türkiye’de yönetim değişikliği hususunda (yüzeysel de olsa) bazı adımların atıldığı diğer bir gerçektir. Fakat bütün buna zemin oluşturan sebep, şüphesiz Kürdistan Özgürlük Direnişi’dir. Güney Afrika’da ANC (Afrika Ulusal Kongresi) önderliğinde verilen barış mücadelesi örneğinde olduğu gibi, Anadolu’da da Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesinin geliştirdiği barış sürecidir. Emiinim, halklar artık uyanmışlardır. Fitneler fesatlar hariç, artık halklar, birbirlerine tahamül göstermekte, birbirlerinin hak ve hürriyetlerine saygı göstermektedirler. Bunun başkaca da bir yolu yoktur. İnsanca, beraberce yaşamak varken, Anadolu halkları (etnisiteleri, dini inançları ne olursa olsun) böylesine bir beraberlik olanağına sahip iken, bu fırsatı ıskalamaları bir çok olumlu adımı heder edecektir. Anadolu Halkları bu süreci doğru değerlendirmelidirler.

Sonuç olarak şunu vurgulamak istiyorum: Gönül isterdi ki bu seçimde Abdullah Öcalan serbest bırakılıp Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilseydi! İnanın, Anadolu halkları bambaşka bir heyecanla sandık başına gideceklerdi o zaman. Ancak o koşullar henüz olgunlaşmamış ve Öcalan aday olamamıştır ne yazık ki… Ancak yine de bu eksiklik bir ölçüde giderilebilinir. Türkiye, tarihinde ilk defa halka, halklara “BARIŞ ve HUZUR” vaadinde bulunan bir adayla karşı karşıyadır. Selahatin Demirtaş, halkların temsil gücü olabilir! Elbette ki karar seçmenin kendisinindir. Fakat yukarıdaki paragraflarda örneklendirdiğim gibi,Öcalan-Mandela denklemini göz önüne alaraktan; Öcalan’ın fikirlerinin temsilcisi olan Selahattin Demirtaş için biraz kafa yorulursa doğru düşünülmüş olacaktır.
Evet, biraz Şark kafalıyız… taraf tutan bir tehniyetimiz var bizim, evet particilik yapan halklarız, evet fikirdaşlık yaparız, partizanlık yaparız, hatta kindarlık da yaparız birbirimize… Bu hususlarda haklı da olabiliriz. Ancak unutmayalım ki her yeni vizyon önemlidir, yeni bir ufuk açar gelecek adına.  Öngörülü olmak, uzağı görmek çok önemlidir. İdeolojileriniz, fikirleriniz, hükümleriniz ne olursa olsun, herkesi; her kesimi bir anlık da olsa bütün önyargılarından sıyrılmış bir halde, yalnızca gelecek adına düşünmeye davet ediyorum. Unutmayalım! Nasıl bir düşünce tarzı ile idare edileceğimiz, bizim ellerimizdedir. Madem ki yarınlarımıza kendimiz karar vereceğiz, o zaman bizim de Nelson Mandela gibi  bir cumhur başkanımıızın olması kendi elimizdedir. Selahattin Demirtaş, belirttiğim bu hususların farkında olan bir insandır ve bütün bunların çok çok ilerisinde olan bir yapıdadır. Seçim, adım adım yaklaşırken, yeni olanı, ileri olanı denemek adına karar tamamıyla sizin. Tek istemim odur ki, yarınlarımız adına kararınızı doğru kullanınız…

Derin saygı ve selamlarımla,
M.Zewal Doğan

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın