CHARLİE HEBDO VE FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ

Tapkıranlılar sitesi’nin sevgili okuyucuları, sayınız ne olursa olsun, üç kişi de olsanız, beş kişi de olsanız, niceliğinizi değil, niteliğinizi önemsiyorum. Sizler adına, sizlere atfen yazdıklarımın yerini bulduğunu, mesajlarımın anlaşıldığını sezinliyorum. İşte bu yüzden, gerek güncel aktüalite, gerekse de yer yer tarihten bazı kareleri günümüze taşıyarak, önemli bulduğum kimi hadiseleri sizlerle paylaşıyorum.
Malumunuz. Ocak ayının 7’sinde “Charlie Hebdo” dergisine karşı kirli bir saldırı gerçekleştrildi. Bugün’e kadar Avrupa’da,Fransa’da onlarca kez politik amaçlı saldırılar gerçekleştirilmiştir. Ancak, bu olay bir ilktir. Olay kimler tarafından organize edildi? Arkasında kimler var? Uzun vadede kimin stratejik çıkarlarını içeriyor bu vb. soruları istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Fakat bunlar, kıssa vadede cevabı olmayan sıradan sorulardır aynı zamanda.

Biliyorsunuz. Fransa “Laik” bir sistemle ve aynı zamanda Cumhuriyet’le idare edilmektedir. Fransa’daki laiklik, bizim memleketimizdeki ile karıştırılmamalıdır. Yaklaşık, Yirmi-Yedi yıldır bu memlekette ikamet etmekteyim. Bu ülkenin “laisizm” anlayışı sahicidir. Hiç bir devlet dairesinde dininiz, inancınızdan dolayı farklı bir muamele görmezsiniz. Elbette ki kendi yaşamımdan örneklendiriyorum bunu. Bu hususta ayrı bir muamele gören var mıdır? Bilmiyorum. Peki etnik kökenler için aynı şeyleri söyleyebilir miyim? Hayır! Bu hususta cevabım nettir. Fransa’da milliyetçilik vardır. Fransa’da aşırı milliyetçilik ve hatta yer yer ırkçılık dahi vardır. Bireysel olarak bunu yaşamadım. Rastlamadım. Ancak yer yer duyduğum olmuştur. Yazılı ve görsel basın da bundan sıklıkla bahseder. Avrupa’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi, seçim sonuçlarından da bu durum anlaşılmaktadır.

Sevgili dostlar, “düşünce ve ifade özgürlüğü” hem bireyin, hem de toplumsal olarak halkların temel bir hakkıdır. Günümüzde bu duruma yüzde yüz müsamaha gösteren hiç bir devlet yoktur. Özgürlükler adına savaştığını iddia eden hiç bir hareket de yoktur. Yeryüzündeki her yönetimin, her hareketin, rejimin veya sistemin kendisine göre müsamaha alanları vardır. Bu deyim: “Düşünce ve ifade özgürlüğü!” herkes tarafından sıkça kullanılır, ancak uygulamaya gelindiğinde sınnırlıdır. Zira herkesin, her kesimin kendisine göre bir fikir hürriyeti vardır. Onun sınırlarını aştığınızda, farklı bir yaptırımla karşılaşırsınız. Ancak Fransa, sahiden de fikir özgürlüğü hususunda başat bir konumdadır. Dünyanın onlarca ülkesinden kaçarak Fransa’ya sığınan sanatçıların, yazar ve ressamın haddi hesabı belirsizdir. Fransa, eksikli bir demokrasidir. Bu doğru. Ancak hürriyetler konusunda, başka yerlerle kıyas bile edilemeyecek kadar ileri bir yerdedir. Bu kısa yazımdaki amacım, Fransa’yı övmek değildir. Asla! Zaten, yazdıklarım aşağı yukarı herkesçe bilinmektedir. Burada yapmakta olduğum basit bir hatırlatmadır. Geçiyorum.

Konumuza dönersek eğer. Sadece Fransa değil, bütünen Batı-Dünyaısı’nın “aydın”ı ile Doğu-Dünyası’nın “aydını” farklıdır. Bu hususu defalarca yazılarımda dile getirmeye çalıştım. Batı dünyasının “aydın”ı limitsizdir. Doğu dünyasının “aydın”ı sınırlıdır. Batı dünyasının “aydın”ı için (din dahil) tartışılmayacak herhangi bir olgu yoktur. Doğu dünyasının “aydın”ı limitlidir. Beyninde duvarlar örülmüştür. O ne kadar sınırsız düşünürse düşünsün, mutlaka fikirleri o görünmez duvara çarparak gerileyecektir. Bu da o bireyin (Doğu-aydınının) kendisinden kaynaklı olan bir yaklaşım değildir. Tamamen toplumsal dokumuzdan kaynaklanmaktadır. Bunun mayası yüz yıllarca gerilerde aranmalıdır. Daha da sürecektir. Bu konu sahiden ilgi alanımdır ve bu hususta sayfalarca yazabilirim. Ancak vaktinizi almak istemediğimden geçiyorum.

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Kim, o gencecik insanların kafasına girip de “Charlie Hebdo”nun üzerine saldı? Kim bu kadar acımasız bir eylemle hiç de art niyetleri olmayan o insanlara saldırttı, bilemiyorum? Bildiğim tek şey şudur ki, Doğu ve Batı fikir üreticileri birbirlerini yeterince tanımamaktadırlar. Charlie Hebdo dergisinin yazar çizerleri, İslam Toplumu’nun tabularını derinlemesine bilmiyorlardı kanaatimce. İslam aleminde Peygamber (sav) asla tartışılmaz! Kutsal Kitap da öyle. Peki bu doğru bir yaklaşım mıdır? Yanlış bir yaklaşım mıdır? Bilemem. Ancak milyarlarca halkın haremleri saydıkları bir alandır burası. “Bunun hakkında yazacak çizecek olan birilerinin, yazmadan önce kırk defa düşünmesi gerekir!” diyorum. Ve burada Şarklılığımı bir kez daha teyid ediyorum. Manevi tabularımız var. Bunu kimsenin gözardı etmemesi gerektiğini söylemeye çalışıyorum sadece… Düşünce ve ifade özgürlüğü, verilenin topluma yararı ve zararı tartıldıktan sonra sunulursa, doğru olabileceği kanaatindeyim.

Bitirirken, (Haşa İslam’dan) İslam adına şarlatanlık yapanlara şunu sormak istiyorum. Charli Hebdo, harem saydığınız bir alanı iğneledi diyelim. Peki Niceriya, Suriye ve Irak’ta kellesini kopardığınız insanların, hergün kanına girdiğiniz onca mahsum kimsenin fetvası Kutsal Kitap’ın hangi sayfasında yazıyor? Şengal’de yaptıklarrınız, barış dini olan İslam’la ne kadar bağdaşmaktadır. Kobané’de kendi halinde yaşamakta olan ve çoğunluk namazında, niyazında olan o kimseleri aylardır ateş altında tutmanızı ne ile izah edeceksiniz? Kerkük’te, Musul’da döktüğünüz kanları… Ve yine en az sizin kadar İslam’a inanan; “Hak-Muhammed-Ali” diyen, Şia zümresinin ibadet yerlerini dinamitleyerek havaya uçurmanızdan ne anlam çıkarmalıyız? Bu ve benzeri soruların ardı arkası kesilmez elbette. Ama size sormaya değer mi, bilemiyorum? Onca Türkmen’i, Ezidi’yi, Kürd’ü, Arap’ı katlederken,

Allah’tan korkmuyor musunuz peki?
Bir şey daha dikkatimi çekiyor. Kendileri ile dialogda olduğum iyi niyetli kimi inancı bütün kimselere soruyorum bazen. Kendilerine bu gibi sorular sorduğumda, şöyle diyorlar: “Onlar müslüman değil ki!” Peki Müslümanlık adına bu kadar gayri-insani davranan bu kesimlere, neden alkış tutuyorsunuz öyleyse. Onlara, “Bizim adımıza canice davranışlarda bulunamazsınız!” deme cesaretini ne zaman göstereceksiniz o zaman? Evet. Ne zaman diyeceksiniz? Hele bazılarını ekranlarda görüyoruz. Sahtekarlıkları yüzlerinden okunuyor. Bıyık altından gülerekten, sahtekarca kınıyorlar kimi olayları…
Hep söylüyorum. Bir kez daha söylemek isterim. Kim neye inanıyorsa inansın, ister Zebur’a, ister Tevrat”a, İster İncil’e, ister Kur-an’a inansın; dürüstçe yüreğini inandığı olguya verenlere eyvallah. Ancak tarihte Sıffin Savaşı’nda olduğu gibi, Kur-an’ın sayfalarını süngülerine takarak, hile yolu ile salt yönetim erkine göz dikmişseniz, ne kadar çırpınırsanız çırpının; gideceğiniz yer cehennemdir. “İslam” adına İslam’ı düşürmek isteyen kara yüreklileri bir kez daha lanetliyorum. Düşünce ve ifade özgürlüğü’nün sınırsız olması temennimdir. Tabii kimselerin kutsalına hakaret etmeyi tercih etmediğim gibi, mizah yolu ile yazıp çizenlere de barbarca bir girişimi doğru bulmuyorum. Bu çağda, bunun adı vahşettir. Bu vahşeti kınıyorum. Ve herkese basit bir tek söz söylüyorum: Bırakın dileyen istediği yola, istediği tarzda inansın. Kime ne…

Derin saygı ve selamlarımla,
Mustafa Zewal Doğan

Please follow and like us:
Pin Share
Editör hakkında 223 makale
Bilen bilir

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın