Avrupa’nın üzerindeki IŞİD hayaleti

Marks  ve Engels’in, 21 Şubat 1848’de yayımladıkları ’’Komünist Manifesto’’ şu tümcelerle başlıyordu: ’’Avrupa’nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor; komünizm hayaleti!…’’
 
Bu öngörü gerçekleşemedi. Onun yerine Avrupa’yı kasıp kavuran bir Nazi hayaleti gelip geçti…
 
Şimdi de başka bir hayalet  dolaşıyor Avrupa semalarında:
Radikal İslamcı  terör örgütü IŞİD hayaleti…
 
Avrupa’nın bütün ülkelerindeki güvenlik birimleri, neredeyse gece gündüz alarm durumunda. Uçaklar, yolcu gemileri, trenler en gelişmiş teknolojik aygıtlarla kontrol ediliyor; çantalar, valizler didik didik aranıyor. Kimlik sorulmasına, üst aranmasına itiraz edenler elleri arkalarından kelepçelenerek götürülüyor. Yıllardır insanların serbestçe gidip geldikleri İsveç- Danimarka sınırındaki Öresund Köprüsü de sıkı denetim altında artık. Özellikle hafta sonlarında caddeler, sokaklar polis kaynıyor. Aniden önünüze çıkan bir polis aracıyla durduruluyorsunuz. Ehliyet, ruhsal kontrolü bahane; kuşkulanılan kişilerin kimlik numaraları telsizle polis merkezine bildirilerek inceleniyor. Rahat yaşamaya alışmış İsveçliler uzun süredir tedirginler  bu olağanüstü uygulamalardan…
 
 Buralarda da anne, babalar çocuklarına, ’’Akşam eve erken gel. Çöp kutularının yakınından geçme. Kalabalık yerlerde dolaşma!’’ demeye çoktan alıştılar. Özgürlükler, güvercinin kanadında artık; dokunsan pırrr! diye uçup gidecek. Ürkütücü bir  IŞİD hayaleti dolaşıyor kentlerin sokaklarında, caddelerinde…..
IŞİD terörünün, Avrupa’da henüz mısır patlağı gibi yayılmadığı günlerdi. Dünya, Esad’ın, Suriye’de nasıl devrileceğini konuşuyordu. Esad gitsin, ama yerine neyin geleceği bilinmiyordu. Kimse bu konuda fazla kafa da yormuyordu. O günlerde, Malmö’de düzenlenen Suriye konulu bir salon toplantısında, İran’lı üniversite öğrencisi  bağır bağır bağırıyordu:
 
’’Yapmayın, etmeyin! Orta Doğu’da yangın büyüyor. Bu yangında, İsveç dahil, bütün gelişmiş, kapitalist ülkelerin sorumluluğu var. Bugün bizi yakan bu yangın, onu tutuşturanları,  uzaktan ellerini ovuşturarak yangını izleyenleri de yakar! Komşunun evini ateşe verdiğinizde, kendinizi kurtaramazsınız; sizin de eviniz yanar. Büyüyerek bizi yakan bu ateş, gün gelir sizi de yakar!..’’   Kimse duymuyordu, dinlemiyordu bu sözleri. Ses, salonun kalın duvarları arasında yitip gitti. ( Bakınız, Cumhuriyet, 24 Ağustos 2014, Pazar Yazıları)
 
Suriye ve Irak’taki kanlı çatışmalar, çoğu daha önceki savaşlardan  gelmiş Müslümanları derinden etkiledi. Eski düşmanlıklar, travmalar yeniden canlandı.  Sünni- Şii ayırımı körüklendi. Müslüman grupların karşılıklı, güvensizlikleri  arttı. Dinsel gereksinmelerin karşılanması için açılan camiler, mescitler, İslami dernekler, mezhep kışkırtıcılığının merkezleri haline geldi. Müslüman gençler buralarda kısa süre içinde radikalleştirilerek saflaştırıldı. Aynı mezhepten olmayanlar, ‘’cihad’’ yoluyla  öldürülmeleri kişiler olarak kodlandı. Bütün bunlar, Avrupa ve Kuzey ülkeleri polisinin gözleri önünde oldu…
 
Bir  Çin atasözü, ’’ Kulelerden esen ruzgâr, şehirlerde kopacak fırtınanın habercisidir.’’ diyor.
Yeni yetişen gençler, anneleri, babaları; bombalar, barut kokuları arasındaki ülkelerini terk edip gelmiş savaş ailelerinin  çocuklarıydı. Kime ve neye karşı olduklarını bilmeden, anlamadan  saflaştılar, ölmeye, öldürmeye hazır hale geldiler.
 
Fransa ve Danimarka başta olmak üzere Avrupa’nın çeşitli  kentlerinde patlayan bombalar, ölümle sonuçlanan IŞİD saldırıları gözlerin açılmasını sağladı. Ancak, geç kalınmıştı. IŞİD saflarında savaşmaya giden, ancak sayıları tam olarak bilinmeyen İsveç, Danimarka, Norveç doğumlu  Müslüman gençleri , eğitilmiş ve daha da bilenmiş bir halde geri dönmeye başladılar. İsveç başta olmak üzere, bütün Avrupa ülkeleri, her an yeni bir terör saldırısıyla karşılaşmanın korkusunu yaşıyor.Polisler ve güvenlik birimleri ise,  ellerinde kağıt ve kalemlerle hâlâ, ’’IŞİD’e kaç kişi gitti, kaç kişi ger döndü’’ hesabı yapıyor; bir türlü tutturamıyorlar gerçek sayıyı…
 
Koca koca siyasetçiler, toplumbilimciler, güvenlik elemanları, strateji uzmanları Avrupa’ya sıçrayacağı önceden belli olan tehlikeyi zamanında göremediler. Şimdi bunun faturasını masum kişiler ödüyor.
 İnsanın, Hasan Hüseyin Korkmazgil’ in dizelerini – anlayacakları dilden-  yüzlerine haykırası geliyor:
’’ Kör olasın demiyorum/ Kör olma da gör beni!…’’

ali.nergis@gmail.com

Bu Makale aynı zamanda  22 Mart 2015 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır.

 

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın