Safa ile git Otyam Baba

 

Herkesin bir yazın ustası var, benim de ustam Fikret Otyam’dı…

68’li yıllarda’ Kadirli Ortaokuluna gidiyordum. Hürriyet Gazetesinde, Doğu Anadolu’daki eşkiyaları anlatan bir yazı dizisi yayımlanıyordu; Hamido,Tilki Selim, Ömer Bezek.. ’’Şaki’’ diyorlardı onlara. Çocukluğumun geçtiği Binboğa yöresinde, Keklikoluk’lu eşkiya Alo anlatılarıyla büyümüştüm; böyle yazılar ilgimi çekiyordu.

Diziyi izlemek için, her gün, Uzun Çarşı’daki, Ramazan Yaşar’a ait kitapçı dükkanına uğruyor, Hürriyet Gazetesi satın alıyordum. Bir gün, de gazeteyi almak için gittiğimde, Ramazan Ağabey, bana Cumhuriyet’i uzattı, “Al, bunu oku!” dedi. Gazeteyi aldım, sağ üst köşesindeki çift sütuna yerleştirilmiş başı poşulu, yanakları dövmel bir kadın resmi vard. Resmin altında “Vay Kurban!” yazıyordu.. Doğu’da, sınır boylarındaki kaçakçılığı, elleri, ayakları mayından kopmuş insanları, jandarma zulmünü anlatıyordu; ’’ Sizinle ölümde ayrılıyoruz komutan; siz görev diyorsunuz; ben zulüm’’ diyerek mayında ölen insanların hesabını soruyordu komutana..

Benim dilimle anlatıyordu Fikret Otyam. ’’Gide…Gide’’ yolu bitiremiyordu. Bir de bakıyordunuz Çukurova’da, pamuk ırgadının arasında, başında bir köylü kaseti yüzünde bir haftalık sakal. Onlarla günlerce aynı naylon çadırlarda yatıyor, birlikte pamuk topluyor, üvezden yüzü, gözü şiş içinde kalıyor, yazılarını yaşayarak böyle yazıyordu, masa başında hazırlamıyordu. Biz, Orhan Kemal’i, ’’Bereketli Topraklar’’ı, Ahmed Arif’in dizelerini, Harran’ın yanakları dövmeli kadınlarını, Urfa Ovasında suya inen ceylanları, Beritan’ın türküsünü Fikret Otyam’ın yazılarıyla tanıdık. Otyam babanın anlatımlarında ağıt vardı, sevda vardı, gözyaşı vardı, isyan vardı.

Otyam Baba ile ilk tanıştığımda, Sıhhiye’deki Atatürk Lisesi^ne gidiyordum. Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara Bürosu, Kızılay Bulvarı üzerindeki eski bir binanın ikinci katındaydı. Caddeye bakan balkonun üzerinde ’’Cumhuriyet’’ tabelası yer alırdı. Birkaç kez büronun merdivenlerinden kapıya dek gittim, geri dşndüm. Görüşmek için bir bahane bulmam gerekiyordu. O yıllarda, Zafer Çarşısı’nın alt katlarında ikinci el eski kitap satan yerler vardı. Orada, el içi kadar küçük boyutlarda basılmış ’’Hû Dost’’ ve ’’Beş Beyaz Oyun Hikayesi’’ kitaplarını buldum. Kitabı koltuğumun altına alarak Cumhuriyet’in kapısını çaldım. Kapıyı Sofu Baba açtı. Utana, sıkıla meramımı anlattım. Sofu Baba, içerdeki masalardan birine doğru bir mübaşir adesıyla bağırdı:

’’ Otyam, ziyaretçin var!’’

Bugün gibi aklımda. Otyam baba bir sandalye çekti, beni masasının yanına oturttu. Bir çay söyledi, ’’Sen çayını içedur, elimdeki şu yazıyı bitireyim, konuşuruz!’’ dedi. Ben, o arada heyecanımı yatıştırmaya çalıştım. Yazısını bitirdikten sonra, bir baba sevecenliğiyle sohbet etti benimle. Elimdeki eski kitabı alıp imzalarken, ’’Yahu nereden buldun bunu, bende bile mevcudu kalmadı’’ dedi. Evimiz Maltepe’deydi. Nokta Durağı’nda, Maltepe Camii’nin tam karşısında kardeşi Nusret Kemal Otyam’ın eczanesi vardı. Bazı günler ziyaretine gittiğimde, bürodan birlikte çıkar, konuşarak yürüye yürüye Eczaneye dek birlikte giderdik. ’’İlaç ne lüzum ederse gel Nusret’ten al, para mara yok!’’ derdi.

’’Gide.. Gide’’ dizisinden yeni bir kitabı çıkmıştı. Satın alacak param yoktu. O yıllarda, Zafer Çarşısının üst katında, sol yayınların satıldığı Erdal Şz’e ait bir kitapçı dükkanı vardı. Çarşının iki yanından merdivenlerle çıkılşırdı . Okuldan sonra, her gün o kitabevine gider, Otyam’ın kitabından birkaç bölüm okumaya çalışırdım. Bir gün, Erdal Öz durumu fark etti. Kızacak diye çok korktum. Kızmadı. Kitabı bana uzattı. Bedava verip gururumu incitmek istemedi; ’’Al, götür, okuduktan sonra geri getirirsin.’’ dedi. Kitabı bir kaç gün içinde okuyup geri verdim.

1982 yılında, Burdur’da kısa dönem askerliğimi tamamladıktan sonra, Gazipaşa’ daki evlerinde ziyaretlerine gitmiştim. Yanımda, sonraki yıllarda trafik kazasında yitirdiğim askerlik arkadaşım Mustafa Doğan da vardı. Filiz Otyam’la birlikte, coşku ile karşıladılar bizi. Kapıdan İlhami Soysal ağabeyin Otyamlara armağan ettiği köpek havladığında Otyam Baba; “Sus ulan köpek, kime ürüp kime ürmeyeceğini öğrenemedin mi daha? Gelenler yadırgımız değil, bilmiyor musun? Seni, İlhami Soysal’a ihbar ederim bak!’’ demişti. İhbarcıların bol ve revaçta olduğu 12 Eylül günleriydi. Siyasi

ortama göndermeler yaparak söylemişti o sözleri. Azar işiten köpek, susup bir kenara çekilmişti. susmuştu.

Askere gitmeden kısa bir süre önce Güneş Gazetesinin Ankara Bürosunda işe başlamıştım, askerlikten sonra tekrar gazeteye dönecektim. Kısa çalışma süresi içinde Haber Müdürümüz Önder Şenyapılı ile yıldızımız pek barışmamıştı. Otyam Baba, bir yandan yavukları yemliyor, bir yandan da benimle sohbet ediyordu. Birden, “Önder’le aran nasıldı?” diye sordu. Ikınıp yutkunmalarımdan pek mutlu olmadığımı anladı. “Önder, iyi arkadaşımdır, merak etme sen!” dedi. Oturup bir mektup yazdı. Götürüp verdikten sonra Önder ağabeyle aramız düzeldi.

Sonraki yıllarda da fırsat buldukça kol, kanat germeye çalıştı bana. Çalıştığım bir yayın kuruluşunda kovulduğumda, yanımda yayın sorumlusuna telefon etti, ’’ Ne istediniz bu çocuktan, solculuğu size battı mı?’’ diyerek serzenişte bulundu. Medyanın bozulmaya başladığı Turgut Özal’lı yıllardı. Çok işsiz, çok aç, parasız kaldım. Otyam Baba, “Diren, hemen yenilme!’’ demişti ama uzun süre direnemedim. Çok uzun süren bir işsizlik döneminden sonra çareyi yurt dışına çıkmakta buldum. Namık Kemal gibi, ’’İzzet-ü ikbal ile ’’ çekildim Babıali’den…

Ben, yurt dışına çıktıktan sonra, Fikret Otyam’ın, bir dost toplantısında kulaklarımı çınlatarak, ’’Nereye gitti bu çocuk, birden bire ortalardan kayboldu ’’ dediğini duydum. Bir Yılbaşı’nda İsveç’ten bir kart attım Otyam Baba’ya:

’’ Hocam, biliyorsunuz, ben Adana’lıyım. Ancak, size çok sevdiğiniz bir Urfa dörlüğü ile seslenmek istiyorum:

Urfalıyam ağam ben

Her derde ortağam ben

Dostlara haber verin lo!

Ölmemişem sağam ben. ’’

Sevgili Otyam Baba, ’’Gide..Gide’lere son noktayı koyup dönülmez yola gitme sırası sana da geldi demek…

Her yazı dizisini bitirirken;

’’Ne kadar otursak sonu gitmektir.

Dostlar safa ile gönderin bizi’’ diyordun.

Safa ile, güle güle git Otyam Baba, bulutlar yoldaşın olsun!

ali.nergis@gmail.com

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın