HAYATIM

1951 yılında annem ile babam olup bahane kaza atmış beni cihane. Tapkıran köyünde bir fakirhanede doğmuşum. Ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya herkes gibi hıçkırarak gözlerimi açmışım. İlkokulu Tapkıran köyünde okudum. İlkokulda hep okuyup öğretmen olmayı hayal ederdim. Birinci kez öğretmen okulu sınavına girdiğimde kazanamayınca çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Ama yılmadım. Hayalimden hiç vazgeçmedim. O küçük yaşlarda koyun güdüyordum. Küçük bir azık (ekmek) torbam vardı, ekmek ve kitaplar birlikte sığmadığı için ekmekleri çıkarıp kitapları torbaya koyuyor ve koyun güderken sürekli okuyordum.

İlkokul döneminde öğretmenler gizli inzibat tutarak kürtçe konuşanları tesbit etmelerini isterler ve ismi yazılı olanları işkence edercesine döverlerdi. Bundan dolayi olacak ki ilkokul ikinci sınıftan itibaren yaz-kış hiç, ama hiç kürtçe konuşmadım. Hayatımın en büyük hatası oydu, yani anadilimi katletmek ilk en büyük ve af edilmez hatamdı. Öğretmen okulu sınavına girinceye kadar köyümden başka köy bile görmemiştim. Bütün dünyam Tapkıran köyünden ibaretti. Sınav için Elbistana gittiğimde karşılaştığım ilk soru “Kürt müsün, Türk müsün?” sorusu oldu. Kürt kelimesiyle aleviliğin kastedildiğini daha sonra anlamıştım. Cevabım ne yazik ki ” ben Türküm” olmuştu. O cevaptan halen utanırım, bilmeyerek aslımı inkar etmiştim.

İkinci kez sınava girdiğimde ögretmen okulunu kazandım. Artık gün be gün dünyam büyüyordu. Yeni yeni insanlarla tanışıyordum. Ama kabuğunu henüz yeni kırmış bir civciv gibiydim. Burada bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Öğretmen okulunda ikinci haftanın pazar günü sınıfta tek başıma oturuyordum. Sarı yelekli siyah bıyıklı biri içeri girdi. Öğretmen olduğunu tahmin etmiştim. Başladı sormaya:

– Adın ne? Nerelisin? Adımı söyledim, Elbistanlıyım dedim. Hangi köydensin diye sordu. Tapkiranlıyım dedim. Türk müsün, Kürt müsün diye sordu. Hiç unutmam, utanarak Türküm dedim. Adı Ahmet Özdemir olan Kayserili avşar öğretmen Tapkırankale köyünde vekil ögretmenlik yapmış. Kürt olduğumdan emin olduğu için defalarca aynı soruyu sordu. Hep “Türküm” diye cevap verdim. Başladı kürtçe sormaya;

Nave bave te çi ye? Nave dayka te çi ye? Her soruya Türkçe cevap verdim. Tekrar tekrar Türk müsün, Kürt müsün diye sordu . Her defasında Türküm dedim ezilip büzülerek..O davranışımdan dolayı kendimi hep kınarım. O öğretmen sürekli beni koruyup kollamıştır. Ona minnettarım.

Öğretmen okulunun ortaokul yıllarında içine kapanık biriydim. Sürekli okur, yazardım. Çok az konuşurdum. Boş zamanlarımda kütuphaneye gider gazete, dergi v.b okurdum. Babamın o kıt kanaat imkanlariyle dişinden tırnağından arttırıp gönderdiği parayla hep kitap alırdım. O parayla ne yer, ne içer, ne de sinemaya giderdim. Babam daha sonra farkettiğinde “oğlum ben o parayi sana yiyesin diye gönderiyorum, Kayseri samanına yatırasın diye göndermiyorum.” diye espiri yapardı. Öğretmen okulunun lise döneminde çok faal bir öğrenciydim. Kabıma sığmıyordum. Okulun radyosunda bilgi yarışmaları düzenliyor, münazaralar düzenliyor,piyesler sergiliyor, şehirler arası turneler düzenliyordum. Her yıl bir kez sayısı on binleri aşan kitap sergileri düzenliyordum. Şiir yazma, okuma yarışmaları düzeliyordum. Lise yıllarında haksızlıklara dayanamıyor, başkaldırıyordum.

1969`daki öğretmen boykotunda öğrenci olduğum halde çok aktif rol aldım. Hem öğrencilerin, hem öğretmenlerin derslere girmemesi, boykotun amacına ulaşması icin büyük çaba sarfettim, başarılı da oldum.

Boykotun anısına uyarladığım şiiri sizlerle paylaşmak istiyorum.

ŞEN OLA BOYKOT

Dövizler çift çift vurula

Mecliste divan kurula

İşler hayra yorula

Şen ola boykot şen ola

Bir o yana bir bu yana

Kol kol öğretmen dolana

Gözün aydın bakan ana

Şen ola boykot şen ola

Çifte laflar ata ata

Orhanı bindirdik ata

Yollandık yeni hayata

Şen ola boykot şen ola

Kurun divan ötsün beyler

Hakkın alsın öğretmenler

Doğrulsun bükülen beller

Şen ola boykot şen ola

 

 

Kuş ötsün kuzu melesin

Orhan beyler hak elesin

Boykot bize de gelesin

Şen ola boykot şen ola

O dönemdevrimci duygularım gün be gün boy atıyordu. Tabii o dönemin devrimciliği bağımsız Türkiye hattı üzerinde yürütülüyordu. 1969 yılında ABD`nin eski başkanı Dawight D. Eisenhower öldüğünde Türkiyede okullarda bayraklar yarıya indirildi. Ayni gün öğrencileri örgütleyerek ABD karşıtı bir miting düzenlediğim için bir hafta okuldan uzaklaştırıldım. O yıllarda hep daha çok okumayı, gazeteci ve doktor olmayihedefliyordum. 1968`lerde hayatımın tek kadını olan şimdiki eşimle flört etmeye başladım. Babam da eşimle evlenmemi çok istiyordu. Ben doktor olmak için üniversiteye gitmek isteyince babam şimdiki eşimle evlenmeyeceğim korkusuyla “ben bir çobandım seni okuttum, ögretmen oldun. Bu bana yeter. Üniversiteye gidersen seni evlatlıktan red ederim.” dedi ve ben okumaktan vazgeçtim. Keşke babamı kırabilsem ve okumaya devam etseydim. Biz zaten birbirimize en samimi duygularla söz vermiştik, birbirimizi bekleyecek ve evlenecektik.

1970`ten itibaren ideal bir öğretmen olarak görevimi sürdürdüm. Devrimcilikle öğretmenliği birlikte sürdürmeye çalıştım. İyi de yaptım.

1974`ten itibaren Atmalıkaşanlının Miçolar mezrasında beş yıl öğretmenlik yaptım. O dönemde köyde su yoktu, elektrik yoktu, yol yoktu, okul yoktu. Deyim yerindeyse sırtımla taş taşıyarak köylülerle birlikte okulumuzu yaptık. O günler zor günlerdi, ama hayatımın en tatlı, en unutulmaz günleridir. 26 yıl boyunca Maraş ve Hatay‘ın değişik yerlerinde öğretmenlik yaptım. Öğretmenlik yaptığım yıllarda anadilini (kürtçe, arapça..) konuştukları için öğrencileri cezalandırmadım, ama ne yazık ki öğrencilere kısmen de olsa disiplin uygulamaktan kendimi alıkoyamadım. Bunu yetişme tarzımıza, eğitim sistemimize ve de cahilliğimize, daha doğrusu acizliğimize bağlıyorum. Disiplin uyguladığım bütün ögrencilerimden beni bağışlamalarını diliyorum, tabii mümkünse…

1988`den itbaren 1995‘e kadar İskenderunda öğretmenlik yaptım, O yıllar da çok iyi yılardı. Çünkü mücadele ediyordum, bir işe yarıyordum. O dönemde EĞİTSEN İskenderun şube başkanlığı yaptım. Kamu emekçileri sendikaları konfedarasyonunu kurucusu oldum. Emekli oluncaya kadar konfedarasyonun genel meclis kurulu üyesiydim.Devletin kolluk kuvvetleri tarafından çok rahatsız edildim, ama çok mutlu idim. 1995‘e kadar Türk soluna bağlı olarak çalışıyordum. Türk solu içinde çok şey öğrendim, ama 1995`ten sonra Türk solunun, Türk devrimcilerinin Kemalizmi aşamadıklarını anladım ve artık yurtsever emekçiler çatısı altında siyasi faaliyetimi sürdüreceğimi ilan ettim. Emekli olduktan sonra insan hakları derneği ve HADEP‘e bağlı olarak çalışmalarımı sürdürdüm. İskenderun Hadep ilçe başkanlığı yaptım. HADEP`te çalışırken halkla bütünleşmenin önemini ve halkın gücücünü kavradım. Gerek sendika başkanlığı, gerek HADEP başkanlığı yaptığım dönemde hep verdim, hiç almadım. Keşke olsa da hep vermeye devam etseydim. Ama olmadı, yapamadım. Ekonomik imkansızlıklardan dolayı başkanlıktan ayrıldım. Sanırım bir taraftan devletin, diğer taraftan özellikle ailenin baskısı bu kararı almamda etkili olmuştur. Maratonu sonuna kadar koşamadım ve ipi göğüsleyemedim, keşke sonuna kadar nefesim yetse de koşabilseydim. Başkanlığı bıraktıktan sonra kendimi güçsüz hissetttim, korkular yaşadım, Sürekli öldürülme korkusuyla kabuslar görüyordum. HADEP‘in kapatılması söz konusu olunca DEHAP’ı kurduk. İki sene DEHAP’ın genel meclis kurulunda görev yaptım. O dönemde DEHAP pasif siyaset yapıyordu. Çok yönlü baskıların artması sonucu gönülsüz de olsa 1998`de yurt dışına çıkmak zorunda kaldım. Halen Finlandiyada yaşiyorum. Diyorum kiyurt dışında sürgün yaşayacağıma ölüm pahasına da olsa keşke onurumla mücadele ederek yaşamımı ülkemde direnenlerin yanında sürdürseydim…

 

BERXWEDAN JİYANA (Direnmek yaşamaktır.)

Daha yaşanacak günlerim varsa insan haklarına, emeğe, özgürlüğe, kardeşliğe, barışa feda olsun….

 

 

İsmail Cömertoğlu

 

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın