TÜRKİYE`Yİ KİM YÖNETİYOR

Sevgili okuyucular, yazımın başlığının sonuna bir soru işareti atmam gerekiyordu. Yakışıksız duracağından, feragat ettim. Her zaman yaptığım gibi, bir cümle ile de olsa tarihe çağrışım yaparak konuma geçmek istiyorum. Birinci paylaşım savaşı (1. Dünya Savaşı) ‘yla beraber, ulus-devlet şekillenmesi atbaşı ilerlerken, uluslar adı altında dünyaya sınırlar çizilerek; alt yönetimler oluşturuldu ve böylece dünyanın daha rahat denetlenmesi sağlanmış oldu. Dominant güçler, “devlet” adı altında toplumu yukarıdan aşağıya denetleyebilecek olan bir erk oluşturdu. Yönetimlerini sağlama almak için seçim sistemleri oluşturularak, kitlelere: “Siz, kendiniz kendinizi idare ediyorsunuz… Bakın! Vekilleriniz var… ve de onların, çatısı altında toplandıkları bir meclisiniz var. Bu meclis, ‘Millet Meclisi’dir! Orası, sizin temsil gücünüzdür!” gibi somut verilere bağlanarak, aslında soyut bir idare şekli sunuldu ve bu oyun ne yazık ki renkten renge büründürülerek oynanmaya devam etmektedir. Sevgili okuyucular, lütfen yanlış anlaşılmasın! Bir ülkeyi idare etmek için elbette ki böylesi bir meclis’in var olması elzemdir. Gereklidir. Demokrasi, sahiden de vazgeçilmez bir yönetim biçimidir. Ancak, yukarıda attığım başlığa dikat etmenizi istiyorum. Ve gerekçemi açıklayacağım zaten. Kim bizi idare ediyor? Bizi  yönetenler kimlerdir? Dışarıdan birileri mi, yoksa içerideki kimi gizli odaklar mı? Kim? Neden bir şey iyi gittiği zaman böbürlene böbürlene şunu yaptık, bunu yaptık diyoruz da, bir şeyler kötü gittiği zaman dışarılarda birilerini gösteriyoruz? Dışarıda gösterdiğiniz kim? Onu da soruyoruz artık. Dostumuzu düşmanıızı bilmek bizim de hakkımız değil midir? Bu hususa yeniden döneceğiz.

Sevgili okucular, bilindiği üzere günümüzde primitif (ilkel) kabile yönetimlerinden tutun da, kralların, prenseslerin monarşist yönetimlerine kadar, hemen her türlü yönetim biçimleri mevcuttur. Fakat günümüz yaşamına cevap olmaya çalışan yönetim biçimi elbette ki demokrasi’dir. Çağımızın en modern yönetim biçimi olan “demokrasi” eğer sahiden söylendiği gibi olsaydı; kanunlarda nizamlarda, yasa ve anayasalarda kayıt altına alındığı gibi olsaydı eğer, kimsenin ama hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir hukuk ortamı doğar; insanlar, birbirlerinin hak ve özgürlüklerini gözetler, korur ve insanca yaşarlardı beraberce. Şimdi konumuza dönelim isterseniz.
Türkiye’nin günümüzdeki yönetim şeklinini, yukarıda izah etmeye çalıştığım yönetimler arasında hangi kategoriye yerleştireceğimi bilmiyorum. Bilemiyorum doğrusu. Görünürde demokrasi ile idare edilen bir cumhuriyet mevcuttur. Halk kendi vekillerini seçip, kendilerini idare edecekleri parlamento’ya göndermektedir ve kendilerinin kendilerini idare etttiklerini bilmektedir… Öyle sanmaktadır en azında. Peki, durum sahiden bu mudur? Artık, kitleleri kandırma sanatının paradigması çökmüştür beyler. Son on yıllık sürece baktığımızda; artık “vesayet rejimi”nin sona erdiğini, halkın kendi iradesiyle demokratik sisteme entegre olacağını algılıyorduk. İnanıyorduk. Bunu da, şu an iktidarda olan partinin attığı adımlardan ve söylemlerinden okuyarak algılıyoruz. AKPyönetimi, reform ve vaatlerle ilerlerken, sahiden de inandığını yapan bir güç konumuna geldiğini ima ediyordu. En inandırıcı söylemleri şuydu: “Ne aldatan olacağız, ne de aldanan!” Burada bir tiyatro oyunu mu var? Perdenin arka tarafında nelerin döndüğünü bilmiyoruz ne yazık ki. Tek bildiğimiz, memleketi “çetelerden, hortumculardan, darbecilerden…” vessaireden kurtardıklarıdır. İnanıyoruz. İnanmaktan başka şansımız da yok zaten.
Oysa aynı yönetimin kurmayları, boğazına kadar içine battıkları oyunun basit birer figuranı olduklarını aşikar edercesine, şu son operasyonla ilgili olarak yaptıkları açıklamalara bakınız: “Çete odaklanması… Paralel devlet… Karanlık cunta…” vs. terimlere sarılıyor ve hala kitleleri aptal yerine koymayı tercih ediyorlar. Yazıklar olsun! Bin kere yazıklar olsun bize ki inandık sizlere…

Sonuç olarak toparlarsam eğer, demokrasi’nin ana merkezi hukuktur! Yargıdır. Elbette ki Yürütme ve Yasama bir devletin iki önemli ayağıdır. Fakat bir yönetimin uzun ömürlü olması için, en önemli ayağı Yargı’dır. Yargı, adaletin temelidir. Yargı, herkesim için eşit olduğu sürece şeffaftır. Bir ülkede yargı, insanların uyruğuna göre farklı kararlar alıyorsa eğer, o ülkede yaşayan hukukçular utanmalıdır. “İnsan Onuru” denilen bir kavram var efendiler. Ya bu onura insanca sahip çıkınız, ya da birer hukuk adamı kılığında görünmeyiniz ortalıkta. “28 Şubat Darbesi” nden yargılanan ve kanunen suç işledikleri tespit edilen tutuklular bırakılırken, sadece devletin kolluk kuvvetlerinin yanlışlarını eleştirdiklerinden ötürü tutuklu olan milletvekillerinin tahliye taleplerini reddedeceksin! Bunun adını da ADALET koyacaksın! Öyle mi? İşte bu yaklaşımın nemenem bir adalet olduğunu, Kürtler, ibretle izlemektedirler. “Efendim oraya müdahale edemiyoruz çünkü, devlet içinde devlet var…” Bu konu öylesine uzun bir konu ki, hiç girmesem iyi ederim. Zaten sinirlerime dokunuyor. Eğer oraya müdahale edemiyorsan, o vakit oranın sahipleri çıkar, kendi özerkliğini ilan eder. Daha da öteye giderler. Senin “baş edemediğin” çetelerin de belki üstesinden gelirler böylece…

Değerli okuyucular, ben, bireysel olarak AKP hükümetinin 90’lı yıllarda İtalya’daki Savcı Antonio Di Pietro gibi, bir “temiz eller” operasyonuna girişeceğini, hakikaten ülkeyi çetelerden arındırıp, ordu içerisindeki “Gladio” yapılanmasını açığa çıkarıp, çökerteceğine inanıyordum. Bu inancımı hala korumak istiyorum. Zira, bu memleketin buna ihtiyacı var. “Perşembenin gelişi, Çarşamba’dan bellidir!” denen bir halk deyişi vardır hani, Anadolu’da. Yarın gelecek olanlar, bugünküleri aratacaktır! Bunu da bu vesile ile söylemiş olayım. Çünkü Türkiye’nin iç organları kirlidir! Kuruluşundan dort yıl sonra şekillendirilen Devlet Mekanizması, tamamıyla yanlışlar üzerine şekillendirilmiştir. Devletin görünürdeki kesimi görünmeyenlerin gölgesinde yürümektedir hep. Bu konuların üzerine gitmesi için, kimselerden çekinmeyen, basiretli bir ekibe sahiden de ihtiyaç vardır.
AKP hükümetinin bu hususta giriştiği cesurca operasyonları asla gözardı etmiyorum. Ancak, 17 Aralık’ta başlayan şu “Yolsuzluk Operasyonu” hakkında takındığı tavırdan son derece endişe duyuyorum. Hükümet hiç de “Bana mısın?” demiyor, nedense?! Gereken adımları atacağa benzemiyor doğrusu hükümet. Olaylarda adı geçen bakanların istifa etmemesinin yanında, polis yetkililerinin görevden alınmalarını ise, AK Partiye ait olan kimi kirli çıkınların üstünün örtülmesi olarak değerlendiriyorum. Fetullah Gülen Hoca Efendi ile AKP yetkilileri arasında sürmekte olan bir kavgadan sözediliyor. Bu kavga danışıklı mıdır, dönüşüklü müdür bilmiyorum. Zira her seçim arifesinde bu tür hilelere başvurulduğu herkesin malümudur. Bu husus beni fazlaca ilgilendirmiyor doğrusu. Benim ilgilendiğim husus başka. Anadolu insanının geleceğidir beni ilgilendiren. AKP Hükümeti’nin hergün dile getirdikleri doğru ise eğer; “Vesayet Rejimleri yıkılmaktadır. Artık kimse darbe yapmaya teşebbüs etmeyecektir!” vessaire…
Peki, bu söylenenler doğru ise eğer, bu kendi kendine peydahlanan paralel devletçikler kim? Türkiye’de Ordu, kimin emrindedir? Polis teşkilatı kimin denetimindedir? Milli İstihbarat Daieresi kime bağlı çalışıyor? Eğer durum AKP’nin şu son günlerde söylediği gibi ise; yılllardır cezaevlerinde yatmakta olan binlerce Kürt gencinin belirsiz geleceğinden kim sorumludur öyleyse? Ve durum bu kadar vahimse eğer, siz kimsiniz peki? Ne işiniz var oralarda? O makamları ne adına işgal ediyorsunuz… Bu sorular daha da çoğaltılabilinir. Ancak hepsinden feragat ediyorum. Şöyle bitirmek istiyorum izninizle.
Bir ülkede olup biten kirli işleri açığa çıkarabilecek olan tek kesim, cesur kalemlere (yüreklere) sahip olan gazetecilerdir. Bir ülkede yolsuzluk ve rüşvet açık yada gizli işliyorsa, vay o ülkenin haline… Oralarda şeffalıktan dürüstlükten sözetmek demagojidir, yalandır! Bir ülkede gazeteciler tutsaksa, yolsuzluk ve rüşvet doruktaysa, elbette ki o ülke Uluslararası Şeffaflık Örgütü (Transparency İnternational Organisation) ‘nün listesinin en başından düşmeyecektir. Evet bizim derdimiz, bu ülkenin düze çıkmasıdır. Kimseye kastımız karazımız yok. Anadolu insanının şu çağda hakettiği bir biçimde yaşamasıdır arzumuz. Diğer bir husus da şudur: Bizleri idare etmeye çalışan kimselerin, Allah’a ne kadar yakın durdukları değildir bizi ilgilendiren. O hususu bireysel tasarruflarınıza saklayınız, efendiler… Erk uğruna, binlerce ocağı södüren karanlık didişmelerinizden bıktık artık. Elinizi, halkın, halkların yakasından çekin artık. Bu ülkeyi kim yönetiyor sahiden de? Türkiye’yi kimlerin yönettiğini bilmek, hepimizin hakkıdır! Öbür dünya için, ne yaparsanız yapın! Sizin bileceğiniz bir şeydir o. Ancak bu dünyada dürüst olun mert olun, yeter. Yaşanılır bir cihanda, şeffaf yarınlar hepinizin olsun diyorum…

Derin saygı ve selamlarımla,
M. Zewal Doğan

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın