PARİS CİNAYETİ VE GERİSİ

Paris cinayeti olarak tarihe geçti onların katledilişi. Çocukluk yıllarını ve gençlik yıllarını yakınlarının, tanıdıklarının anlatımlarından öğrendik Sara’nın.

Sadece duyduklarımız olsaydı onun hakkında söylenenler, “abartılmış anlatımlardır” der, geçerdik. Ama şahit olduk az da olsa kişiliğine Sara’nın.  O’nun arkadaşlarını tanımıyorum ne yazık ki. Leyla’yı, Fidan’ı… Ancak onun yol arkadaşları ve öğrencileri olduğunu tasavvur ettiğimde, onların da kim olabilecekleri hakkında bir fikir sahibi olmak için hiç de zorlanmamaktayım.

Onlar ki bir yılı aşkındır, üç fidan olarak anılmakta, üç gonca gül, üç yiğit kadın ve giderek yükselerekten dalgalanan üç direniş bayrağı olarak anılıyorlar…Evet, birer karanfil olarak toprağa düşmelerinin üzerinden bir yılı aşkın zaman geçti ve hala suikastlerinin üzerindeki sis  perdeleri henüz aralanmış değil.

Yazılar, yorumlar, değerlendirmeler uzadıkça komplo teorileri de artmaktadır. Böylelikle de olayın aydınlanması bir yana, kafalarda oluşturulan binlece soru işareti ile, ortalık daha da bulanmaktadır, bulandırılmaktadır…Daha evvel de yazdım. Yine hatırlatmak istiyorum. Herhangi bir yerde bir cinayet işlendiğinde, olayın aydınlanması için önce olayda kullanılan malzemeler üzerinde durulur ve araştırılarak, katile ulaşılır.

Evet doğrudur ki, bu olay herhangi bir olay değildir. Bu olay çok boyutlu ele alınması gereken, salt olayın olduğu yerle ve katledilen kimselerle sınırlı  olmayan çok başlı ele alınabilecek bir hadisedir. Ancak bilinen bir gerçek var ki, bu tür olaylarda katilin ele geçmemesi için genellikle çaba sarfedilir. Fakat görülüyor ki Fransa polisi üzerine düşeni yapmış, en zor olanını ve kilit’in anahtarını bulup ortaya koymuştur.

Olayın tetikçisini yakalamış ve artık işin geriye kalan kısmını Kürtler’e ve karşıtlarına bırakmıştır! Bundan sonrasını onların ortaya koyması gerekmektedir. Şu son günlerde “katil zanlısı” kimsenin olayı nasıl hazırladığını beyan eden ses kayıtlarının da ortaya çıkması, artık bu hadise hakkında sorumluların nerelerde aranması gerektiğini yeterince ortaya koymaktadır.

Yukarıda değindiğim gibi bu olay çok yönlü hesaplanmıştı. Zaman ve mekan da iyi seçilmiş, olayın yapılış tarzıyla tam da ortalık toz duman içerisinde bırakılmak istenmişti. Bu olayın bir boyutu da Fransa kamuoyunun giderekten Kürtlere karşı gelişen sempatisini kırmaktı aslında! Yıllar önce İsveç’te yaşanan Palme Cinayeti’ni hatırlayınız lütfen! Ve dikat ediyorum, çoğu Kürt yazarları ve yorumcuları (art niyetli olmasalar da) yer yer “Bu işin arkasında Fransa da var!” gibi aslında duygusal yaklaşımlardan kaynaklanan değerlendirmelere girmektedirler.

Lütfen olayları geniş düşününüz! Yaklaşık bir yıl önce yazmıştım. Yine söylüyorum: Fransa devleti, Paris’in orta yerinde ve bu kadar çirkince planlanmış bir olayı yapacak kadar dünyadaki ağırlığına gölge düşürme basiretsizliğine girmez! Evet Kürdistan toprakları uluslararası bir kurtlar sofrasıdır! Bu doğrudur. Ancak dirilişin başarıya ulaştığı, kurtuluşun gün be gün yaklaşmakta olduğu şu dönemde, tarihsel hatalara düşmeden, “dost-düşman” değerlendirmesine giderken; hata yapmamayı önermek yerinde olur kanaatindeyim! Bir kere Fransa polisi çok geçmeden katil zanlısını yakalamakla, böylesi yakıştırmaların zaten önüne geçmiş olmaktadır. Gerisi başkalarının sorumluluğudur. Tam da  böylesi durumlarda daha diplomatik düşünmek gerekmektedir.

Sonuç olarak, Mİlli İstihbarat Teşkilat’ının Ömer Güney ile hiç bir ilişkilerinin olmadığını deklare etmesi ne kadar gerçeği yansıtıyor, bilemeyiz? Ancak “Elebaşlarının peşindeyiz… Bir kaç gün içerisinde ya ölüsü, ya dirisi ele geçirilecektir… A timi peşlerinde… Böcek yiyen böcekler eğitildi…” vs. vs. bilgileri MİT’in açıklamalarından sıklıkla okuduk. En azından basına yansıyan bu tür söylemleri Anadolu halkları tarafından defaatla okumuşlardır.

Sakine Cansız ve arkadaşlarının da vurulmasından kısa bir süre evvel (Takriben beş veya altı hafta öncesinde olabilir), Kanal 24’de, bir  Sabah programında (Moderatör Programı) Seda Selek ile Yiğiit Bulut arasında yine böylesi bir konuşma geçmişti. Tam gününü hatırlamıyorum şimdi (incelenirse bulunur), aynen öyle diyordu gazeteci sn.

Yiğit Bulut. Sarfettiği sözcükleri tam olarak hatırlamıyorum ama, “Çok güvendiğim bir kaynağa dayanarak söylüyorum ki, elebaşlarından birkaç tanesinin ele geçmeleri an meselesidir. Gün ve saat meselesidir… Bizimkiler peşlerinde…” diyordu. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra, bu cinayet işlendi. Kendisine de sorulabilinir.

Şimdi de askerin polisin rasına örgütçükler girmiş deniliyor. Hangisi doğru söylüyor? Onu da bilemeyiz. Geçenlerde, “Tirkiye’yi Kim Yönetiyor” başlığıyla yazmıştım bu husustaki düşüncelerimi. Bir karmaşadır gidiyor. Uzun konudur girmeyeceğim.
Bitiriyorum. Daha önce de yazdım. Sara ve arkadaşlarının vurulduğu yer, günde onlarca insanın gelip çay içtiği Kürtler hakkında bilgilendiği bir yerdir.

Öyle medyada abartıldığı gibi, kameralı, bekçili, korunaklı bir konumu yoktur. Zira buna ihtiyaç da duyulmamaktadır. Orası, adı üstünde: Kürdistan Enformasyon Bürosu’dur.  Bir bilgilendirme derneğidir. Evet,  bu işi kim ne amaçla yaptı, bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var ki, bu cinayetle; bütün Kürt ulusu biraz daha birbirine yakınlaşmış, kenetlenmiştir. Fransa, yapacağını yapmıştır. Gerisi, Kürtler’in kendi araştırmaları ile ortaya çıkarılabilinir… Bu vesile ile, bu kirli cinayeti bir kez daha lanetlerken, davaları uğruna yiğitçe toprağa düşen üç karanfilin anıları önünde saygı ile eğiliyorum.


M. Zewal Doğan

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın