MİNİK ELLER

 
Soğuk kış aylarını geride bırakmış olmanın huzuruyla, toprak kıpırdanıyor, tabiat hareketleniyordu. Günü gün eden güneş, soğukların serin rüzgarlarıın hükmünü kırıyor, tabiata can katarak yavaş yavaş doğanın rengini değiştiriyordu. Canlanıyordu hayat baharla beraber… Tomurcukar çiçeğe, tomrular yaprağa dönüşüyor, ısınan mevsimle toprağın altında kıpırdanan ne varsa, güne güneşe baş uzatıyordu. Renkleniyordu hayat kendi doğası içerisinde, kendi deminde. Ağaçta, çiçekte, arıda, böcekte hayati bir kıpırdama var. Tılsımlı bir sevda var doğanın tabiatın üzerinde. Karınca aş derdinde, kuş yuva derdinde, arı bal derdinde iken “İnsanın haline bakın?” diyemiyorum… 
Ne kadar da zavallıyız değil mi ey insanlar… Bize bağışlanan şu güzelim hayatı nasıl da ıskalıyoruz.
Yaşadığımız nedir bizim sahiden de… rüya mı, hikaye mi, roman mı? Duyduklarımız şiir nağmeleri midir bizim? Destan mıdır yaşadıklarımız, kahramanlık mı? Aşk mı, sevda mı? Nedir uğruna böbürlenip birbirimize kıydığımız kutsallarımız? Nedir uğruna birbirimize kinle, nefretle bakıştığımız? Yeri geldiğinde birbirimizin canına kastettiğimiz? Nedir birbirimizle paylaşıp bölüşemediğimiz şu fani cihanda? Bir gün, mutlaka bir gün göçüp gideceğiz tıpkı bizden öncekiler gibi…
Gurbet, hasrettir. Hasret, özlemdir. Özlem, alevsiz ateştir; içerisinde bulunduğu yeri, yüreği yakan. Koptuk. Koparıldık topraklarımızdan belki. Ama asla unutmadık. Unutamadık. Hiç bir gün sönmedi ki yüreğimizin alevsiz korları… Gurbetin katlanılmaz hayatına direnç ettik özlemlerimizi…

Kaybettiklerimizi yanlış yerlerde aradık belki de. Buna zorlandık mı, gönüllü mü istedik bunu, bilemiyorum. Ancak, oralardan kopmadığımız kesin! Zira gün’ün, güneşin çocuklarıyız. Kutsal öykülerle büyütüldük ta çocukluğumuzan beri. Daha kundakta, beşikteyken apayrı kaç dilde dualar okundu kulaklarımıza bizim… “Kutsal Toprakların” evlatlarıyız. Hakk’ın, Yaradan’ın, kutsiyet ve adaletin en sık tekrarlandığı coğrafyaların günümüze kavuşan kuşaklarıyız… Peygamberler diyarı’nın, “gökten vahiy yolu ile inildiğine inanılan” kutsal kitapların yeryüzüne kavuştuğu coğrafyanın çocuklarıyız.

Yeri geldiğnde, cihanın dört bir yanına adaleti, vicdanı, hakkaniyeti anlatmaktan çekinmeyen; “inanç ve iman” konusunda kendisini herkesten daha yüce gören ve hatta kendisini Son Peygamber’in (SAS) temsilcisi (Halifesi) olarak cihana lanse etmeye çalışan bir topluluğun torunlarıyız… Öyleyse soruyorum: Bu kadar münasebetsizlik niye? 
Bahara uyanmış olan şu cihanı kana bulamanın ve de bunu “inanç ve iman” adına yapmanın insanlıkla bağdaşır bir yönü var mıdır sizce, soruyorum? Bunu kim yapıyorsa yapsın, farketmez… Yukarıda “Kutsal” olarak tarifini yaptığımız coğrafyaya bir bakın hele! Her sabah açın haber ajanslarını ve bir dinleyiniz! Şurada üç ölü… şurada beş ölü… diğer tarafta bilmem kaç ölü… yaralı… Ey insanlık, bu kadar barbar mı kılındın sen öyle?!
Sevgili okuyucular, biliyorum ki her defasında çok uzatıyorum. Ama biraz öfkeliyim. Sadece öfkemi yatıştırmaya çalışıyorum. “Keşke meramımızı daha kısa anlatabilseydik” diye çok düşünüyorum. Ama söylenecek o kadar çok şey var ki. Uzatmayacağım, bitiriyorum. Yazımı bitirirken, dikkatinizi basit bir noktaya çekmek istiyorum. İsim vermeyeyim. Bir kanalda haberleri izliyorum. Güncel haberler. Politika, ekonomi, magazin… Diyarbakır’da Belediye önünde çocukları için eylem yapan aileler gösteriliyor bir karede. O aileleri anlıyorum. Endişelerini normal karşılıyorum.

Hakikaten on-sekiz yaşın altında olan çocukları silah altına almaya ben de karşıym. Ancak, çocuklar PKK’ye katıldı diye, illah da silah altına alınacaklarını ileri sürmek, ya bu hareketi tanımamak anlamına gelir, ya da açıkça bu söylemde bir art-niyet olabilir. O annelerin çocuklarına kavuşmaları ve hatta (yaşları ne olursa olsun) bütün annelerin, ailelerin çocuklarına kavuşmaları en büyük arzumuz olmalıdır. Eğer insanlığımızı yitirmemişsek; “BARIŞ” hepimizin ortak amacı olmalıdır. Burasını geçiyorum. Tam da bu ailelerin istemlerinden sonra, bahsini ettiğim TV kanalı, Suriye’den Türkiye’ye getirilmiş olan çocuklarla ilgili bir program sunuyor! Öncelikle, o çocukların ve ailelerinin acılarını yürekten paylaşıyorum.

Herşeyden önce onlar çocuk… 
Ancak ilginçtir ki, iki dakika önce PKK için, “Çocukları zorla kaçırıp silah altına alıyorlar!” diyen muhabirler, “Yeri geldi, bu minik eller silah tutmak zorunda kaldı”   diye yorum yapıyor, ağır çekimler ve destansı görüntülerle silahları kendilerinden büyük olan (Muhalif Ordusu’nun) çocukları’nı birer kahraman olarak gösteriyorlar. Bunun arkasındaki amaç ne olursa olsun; bunun adı, ikiyüzlülüktür. YETER! Çocuk, çocuktur be zavallılar. Kürt olsun, Türk olsun, Ermeni olsun, Arap olsun… İster Hrıstiyan, ister Müslüman, ister Yahudi olsun; çocuk çocuktur…

Hergün sıklıkla vurguladığınız vicdan ve adaleti yitirmeden yorum yapın ki, yaptığınız haber amacına ulaşsın. Eğer insanlğınızı yitirmemişseniz, o çocukları o şekilde kıyaslama yerine, hepten savaşlara karşı durunuz. Ahlaklı bir gazetecinin yapması gereken budur. Bu vesile ile size bir çağrıda bulunuyorum. Başta yanıbaşınızdaki Kürdistan olmak üzere, Suriye ve diğer ülkelerdeki savaşların son bulması için kalemlerinizi doğru oynatın, kameralarınızı gerçek objektiflere çeviriniz lütfen diyorum. Gazetecilik şerefli bir meslektir. Mesleğinize layık olun!Buram buram bahar kokan şu güzelim kainatı, karanlık çirkin emellerinizle kirletmeyiniz! Ne olur…
Derin saygı ve selamlarımla,
M. Zewal Doğan

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın