Yalnız halk Filistin…

Dünyanın yükünü sanatçılar taşır. Güney İsveç Yazarlar Birliği’nin yabancı kökenli üyeleri, bir süredir, küresel güçlerin, ”İslam’ı bir terör dini; bu dine inananları da terörist gösterme” planları konusunda kafa yoruyor… İsveç’e politik nedenlerle yerleşmiş, Türkiye, Azerbaycan, İran, Irak, Suriye, Arnavutluk ve Bosna kökenli yazarlar, Filistin ve Musul’da meydana gelen olayları da masaya yatırarak gerçek nedenleriyle anlamaya çalışıyor. Üzerinde uzlaşma sağlanan görüşe göre, George Bush‘un Irak’ta başlattığı yeni” Haçlı Seferi”, farklı görünümlerle ve bütün hızıyla devam ediyor. Müslüman ülkelerine karşı, temelleri Irak savaşından çok önceleri atılmış üstü kapalı bir psikolojik savaş yürütülüyor.

Sovyetler Birliği’nin dağıldığı günlerde, İsveç Televizyonlarında tuhaf bir reklam yayınlanıyordu: ”Komünizm öldü, İslam ise yaşıyor!” Bu sözlerin açık anlamı şuydu: ”Komünizmin bir tehlike olarak artık ortadan kalktı. Ancak, onun kadar büyük başka bir tehlike olan İslam yaşıyor…” İsveç gibi tarafsız, demokratik bir ülken, böyle düşüncelerle ne ilgisi olabilir, demeyin; insanın yere bakanından, suyun durgun akanından korkun!

”İslam’ın bir terör dini olduğu” algısının temelleri Taliban ve El Kaide ile atılmıştı. Bu kanlı terör örgütlerinin eylemleri dünyanın çeşitli yerlerindeki masum Müslümanlara fatura edildi. İleride gerçekleştirilecek karşı saldırıları meşrulaştırmak için, ”Gördünüz mü, Müslümanlar ne kadar da kan akıtıcı!”algısı yaratıldı.. Böylece, Filistin’deki haklı özgürlük mücadelesi de gözardı edilmiş oldu.

Danimarka’da, 2005 yılında patlak veren ”Hazreti Muhammed Karikatürleri’‘ krizine çoğu insan bir anlam verememişti. Bu, küresel güçlerce planlanmış, bilinçli bir provakasyondu. 30 Eylül 2005 günü, Jylands Posten gazetesinde yayınlanan Kurt Westergaard’a ait 12 karikatürle, İslam Peygamberi Hazreti Muhammed ”terörist’‘ olarak gösteriliyordu. Karikatürlerin birinde, Hazreti Muhammed, sarığının içinde bomba taşıyordu. Karikatürlerin, Danimarka’dan sonra, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, İspanya başta olmak üzere bir çok Avrupa ülkesinde yayınlanmasından sonra Müslümanları ayağa kalktı. Araçlar yakıldı, elçilik binaları ateşe verildi. Amaçlanan ”İslamofobi ve Müslimanların her yerde şiddete baş vurdukları’‘ algısı pekiştirildi. Müslümanlık artık”şiddet’‘ anlamına geliyordu.

Arap Baharı ise tam bir yanılsamaydı!… O, tam bir yanılsamaydı;”Müslüman ülkelerinde özgürlük olmaz, bahar gelmez!” in diğer adı.

Suriye’ye böyle gelindi… Orada da, ”İslam” adına vahşet görüntüleri sergileniyor; kelleler uçuruluyor, farklı mezheplerden Müslümanların ciğerleri sökülüp yeniyordu. Eğer ”İslam’ı bir terör dini olarak göstermek” bir küresel proje idi ise, bu konuda altın vuruşlarını IŞİD ile yaptılar… Musul’da, insanın kanını donduran acımasız terör görüntülerini izleyen dünya, sadece Filistin’e değil, Türkmenlere ve diğer Müslüman gruplara yapılan saldırılara da artık kayıtsızdı.

Yaratılan bu duyarsızlık ortamında saldırı sırası artık İsrail’de ve onun arkasındaki küresel güçlerdeydi.

Duyarsızlık o denli yaygın ki, Orta Doğu kökenli Mislümanların yoğun olarak yaşadıkları Malmö kentinde dahi kimse kılını kıpırdamıyor. Bugüne dek İsrail’in, Filistin’e saldırılarını kınayan bir gösteri dahi düzenlenemedi. İsrail karşıtlığı deyince insanların eli kolu bağlanıyordu sanki..

Aralarında ‘‘Sünni- Şii” şeklinde ayrışan Müslümanlar, Filistin’de dökülen kanı mezheplerine ve meşreplerine göre değerlendirerek tavır alıyor. Türkler seyirci. Kürtler ise kendi Rojava‘larının derdinde. Müslümanlık adına mangalda kül bırakmayan, Suriye’li, Irak’lı Sünni ve Şii’ler; Türkler, Kürtler, Arnavutlar, Boşnaklar bayramda da bir araya gelemediler, bayram namazlarını ayrı camilerde kıldılar. Kimse kimsenin bayramını kutlamadı, birbirlerinin yüzüne dahi bakmadılar…

12 Eylül 1980 darbesini izleyen yıllarda Filistin’de kalmış, daha sonra İsveç’e yerleşmiş bizim Sebo‘ya, ” Bu adamlardan hayır yok. Bari biz bir şeyler yapalım, İsveç partilerini, kitle örgütlerini harekete geçirerek bir gösteri düzenleyelim” dediğimde, yüzüme boş gözlerle baktı:

”Ben, Filistin’de, Deniz Gezmiş’lerin, Hüseyin İnan’ların saflarında savaştıkları; Bora Gözen, Cafer Topçu, Ali Kiraz, Ahmet Özdemir, Yücel Özbek, Kerim Öztürk, Gürol İlban ve Şükrü Ötkü’nün yolunda öldükleri coşkuyu özlüyorum. Ne oldu bize, ne oldu dünyaya? Neden o coşku, o mücadele ruhu bir daha yakalanamıyor?” Sebo, durdu, nefeslendi, iki cümle daha ekledi:

” Filistin’de bir önderlik sorunu yaşanıyor. Bir zamanların El Fetih’i, Filistin Halk Kurtuluş Ordusu gücünü yitirdi. Önderliği ele geçiren dinci örgütler, Filistin’deki mücadelenin önünü kesti, onu boğdu sanki…”

Sebo ile aramızda geçen bu bu konuşmayı yazarlar toplantısında da anlattım. Kelli, felli koca adamlar, Türkiyeli devrimcilerin bir zamanlar Filistin’lilerin saflarında savaştıklarını, öldüklerini ilk kez duyuyorlardı. Üstelik, anlattıklarımı çok da ilginç buldular…

Ali Nergis
alihaydarnergis@gmail.com

Bu Makale aynı zamanda  10 Ağustos 2014 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır.

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın