İSLAMİYET, KÜRTLER VE İŞİD

Sevgili okurlar biliyorum ki bu husus hakkında söylenenler, yazılıp çizilenler, artık bıktıracak dereceye varmıştır. Ancak olaylar sürerken ve yara kanamaya devam ederken, hiç bir şey söylememek, susmak da doğru değildir. Evet dün örgütün oluşumu, nasıl geliştiği hususunda hiç bir kalem kıpırdamıyorken, Musul Vilayeti düşürüldüğü günden itibaren bütün dünyanın dikkatleri bu kara bayraklı örgütün üzerine çevrilmiştir. Ancak dikkat edilirse eğer, İslam- Anti İslam tartışmalarından ziyade, İslam adına ortaya çıkmış olan bu cellat sürüsünün ilerleyişinin nasıl durdurulacağı üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Elbette ki olayın bu boyutuna  bakmadan önce kısaca geçmişe bir göz atmaktan fayda vardır.

Hatırlanacağı gibi “Arap Baharı” adı altında Ortadoğu’da başlayan (başlatılan) ayaklanmalar belli bir amaca kilitlenmişti. Sözümona, “Tek kişilik yönetimlere karşı ayağa kalkan halk kitleleri, demokrasi ile buluşacak”tı. Orta-doğu’da tek kişilik yönetimlerden birinin başında Saadam Hüseyin vardı. Akibetini biliyorsunuz. Aradan geçen bir kaç yıl sonra, bölge  halkları “Bahar” havasıyla önce Tunus’ta, ardından Libya, Mısır, Yemen… derken, sırada olan bütün diğer bölge devletlerinde ayaklanacak, sözümona “tek kişilik”yönetimlerden kurtulacaktı.

Plan buydu. Ama,krallıklara dokunulmuyor, ne hikmetse! Yine de halkların iktidarı ve demokrasi gibi söylemler önemliydi. İnanın ilk  başlarda bu fikirler iyi niyetli insanlar için muazzam bir heyecan yaratmıştı. İtiraf etmeliyim ki, bendeniz de bu atmosfere fena kapılmıştım. Zira, oldum olası dikta rejimlerden haz etmiyordum. Kiminde babadan oğula geçen vesayet rejimleri,

kiminde apoletlerine güvenip halkın çocuklarını halkın üzerine sürerek iktidarları ele geçiren üniformalı ceberrüt yönetimler… Özgürlüklerin, fikir ve düşüncelerin önüne ket vuran bu yönetimlerden kurtulmak elbette ki insanca yaşamak isteyen herkesi, herkesimi heyecanlandıracaktır. Öyle de oldu aslında. Olaylar büyüyüp ilerleyip Suriye’ye dayanıncaya kadar herşey yolundaydı. Görünürde, buraya kadar herşey yolunda gdiyordu.

Fakat burada ne olduysa oldu. Sahiden burada ne oldu? İşte sorulması gereken en can alıcı soru tam da bu noktada olmalıdır. Tek kişilik yönetimlerin birbiri ardına yıkıldığı ülkelerde ne yaşandı? Daha iyiye mi gidildi? Yoksa milyonlarca insan, başına gelenlere isyan ederek, o “TEK KİŞİLİK” yönetimleri mi aradı? Bu sorunun altını kalın çizgilerle çizmek gerektiğine inanıyorum.

İşte, tam da bu noktada birileri prensiplerine ihanet etti. Veyahut da ortada “prensip” denen birşey yoktu. İnandırıcılığını yitirdi birileri. Sadece kimi basit oyunlardan ibaret olan tiyatrolar oynanıyordu aslında. Açık söylemek gerekirse, Batı dünyası kendi prensiplerine (eğer prensipleri varsa tabii) ters düştü. Geçmişi pek bilmiyoruz ama, örneğin Mısır’da yaşananlar ibret verecek derecede ortada duruyor. İhvan Hareketi’nin fikir ve düşünceleri ne olursa olsun, demokratik bir ortamda (uluslararası gözlemci heyetlerin refakatinde) seçim sandıkları kuruldu ve bu “Hareket” iktidara geldi. Hem de halkın ezici çoğunluğunun oylarıyla.

Ancak bir yıl tahammül edildi onlara sadece! Sonuç ortada. Ama  herkes dilini yuttu sanki! Ne bizim ülkemizde, ne de Batı Dünyası’nda kimse çıkıp da burada bir “Darbe yaşandığını” bile dile getirmediler. En sağcısından en solcusuna kadar, basit ideolojik bir hüsumetle yaklaşılarak; umutla ayağa kalkmış olan halkların ümitlerini kursaklarında bıraktılar… Ey kararmış vicdanlar, bu halklar sizlerin desteğine güvenerek canlarını siper ettiler ölümlere… Sizlere, sahte kişiliklerinize, ici boş sloganlarınıza güvenerek doldular meydanlara. Sizlerden aldıkları ceratele göğüs göğüse geldiler tanklarla, tüfeklerle. Keskin nişancılara kurban gideceklerini bile bile. Neyse, uzatmayayım.

IŞİD’e gelince. Bu cellat sürüsünün arkasında başta Türkiye olmak üzere, Suudi Arabistan, Katar ve bütün Batı Dünyası’nın olduğu gizli bir durum değil ki. İstanbul’da, Paris’te, Londra’da, Cenevre’de hemen her ay açıktan, gizlice de her gün toplantılar yaptılar. Amaç, Suriyeyi çökertmekti. Türkiye, son yıllarda Suriye’ye ne kadar dostça  yaklaşmış gibi görünse de (Bekaa Vadisi’nin intikamı adına) bu devleti tanınmaz hale getirmek için yeminli bir düşman gibi davranmıştır. Bilerek, isteyerek kurcalamıştır Suriye’yi. Beşer Esed rejimini hedef tahtasına oturtmuş, yer yer mezhepsel yaklaşarak hem içeride, hem de komşu ülkelerle olan ilişkilerinde, “radikal İslam” propagandalarıyla, bu devletin çökmesi için elinden geleni fazlasıyla yapmıştır.

Aslında Türkiye, kendisine biçilmiş rol icabı, İslam ülkelerinin patronluğuna da soyunmuştur. Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da meydan toplantılarına çıkıp Türkiye modelini sundukları, hala belleklerimizde taptaze durmaktadır. Türkiye, salt bununla yetinmemiştir tabii ki. Biliniyor ki son Kırk yıldır, bütün iç ve dış politikasını KÜRT Düşmanlığı üzerine şekillendirdiğinden İŞİD, El Nusra, El Kaide ve bilmem ne idüğü belirsiz kaç karanlık örgüt varsa Ortadoğu’da, tamamını Kürtlerin üzerine salmıştır. Bütün bu katil sürülerini sözümona “Esed rejimine karşı destekliyorum” adına ROJAVA Kürtlerinin üzerine sürüyorlardı düne kadar. Hala destekliyorlar. Dikkat ediniz! Yıllardır varlığından sözedilen “İslam maskeli” bu it sürüsü (Haşa İslam’dan) ne zaman esaslı  olarak açığa çıkıyor? baksanıza! Rojava’da demokratik halk yönetimleri olan “Kantonal Yönetimler” yavaş yavaş şekillenirken. Ve de Güney Kürdistan Yönetim’i, ilk defa bağımsız bir ekonomiye adım atarken piyasaya çıkıyorlar. Tam da ilk petrol satışlarına başlar başlamaz hemen.

Hakikaten insanın kanını donduran bir durum var burada! Kurt halkının ezici çoğunluğu Müslüman. Fakat dikkat ediniz. Kürtler yanıbaşındaki hiçbir halka zarar vermediği halde, neredeyse Kutsal Kitap’a dayandırılarak Kürtler hakkında fetvalar verilmektedir. Sanki İslam’a göre, “Kürd’ün katli vaciptir!” Yoksa yıllardır Rojava’da yaşananları, bugün de Şengal’de yaşananları ne ile izah edebiliriz ki? İslam adına, çoluk çocuk demeden insanların bedenlerini krşunlamak… Birileri açıklayabilir mi bana bu durumu… Soruyorum? Daha düne kadar Türkiye, Irak, İran Suriye devlet yapılanmalarının Kürtlere olan tavırlarından ne farkı var bunların? Sorular çok ama neyse…

Sonuç olarak toparlarsam: Eğer Oksidantal Batı, kendi kural ve prensiplerinde samimi olsaydı eğer, İslam adına yola çıkan radikalizm kitlelerin tabanında zerre kadar değer bulmazdı. İslam dininde, “Bir tek günahsız insanın cana kıymak, bütün insanlığa kıymaktır!” gibi terimler var. Öyleyse bu it sürülerinin yaptığı, her gün insanlığı katletmektir. Bunu görmüyorlar mı İslamiyet’e samimiyetle inananlar? Kürtlerin, Ezdilerin, Süryanilerin, Şia Araplar’ın bilmem hangi soydan, etnisiten insanların hergün katline giren bu caniler bu hallleri ile cennete gideceklerse eğer, başlarına çalsınlar o kutsallarını…

Sevgili okurlar, yanlış anlaşılmasın ama, diğer  bütün kimliklerimden bağımsız olarak şunu söylemeliyim ki, ben bir insan olarak sahiden de inanç bakımından hep şunu dile getirdim. Kitaplarımda da yazdım: Kim, neye inannıyorsa inansın. Kimin kutsalı neyse o olsun. Yeter ki samimi olsun. Yürekten inansın. Her insan, her birey, her toplum dilediği ideolojiye inansın, dilediği ruhaniyete inansın, istediği gibi ibadet etsin. Her kesime, herkese saygılıyım. Örneğin, milyarlarca insan tarafından kutsal görülen dört Kutsal kitap’ın dördüne de yürekten saygılıyım. Yeter ki manipile edilerek başkasının hakları ihlal edilmesin. Bütün inançların, kültür ve farklılıkların beraberce yaşanılır kılındığı bir dünya özlemiyle… Duyarlı insanları bir kez daha düşünmeye davet ediyorum.

Derin saygı ve selamlarımla,
Mustafa Zewal Doğan

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın