KÜRDİSTAN PARANOYASI

Dünya’nın diğer yerlerini bilmem ama çocukluğumdan bu yana, Orta-Doğu daima savaşlarla çalkalanıyor. Bu konu binlerce kez kaleme alındı. Bendeniz de, gelişmelerin paralelinde yer yer naçizane fikirlerimi beyan ettim bu hususta. Yazmaya çalıştım. Kaç kişiye ulaştım yazılarımla, mesajlarımı ne kadar insana ulaştırablldim? Bilmiyorum. Ancak sıklıkla söylediğim gibi: Dört insan bile beni okuyabilliyorsa ne ala…
Sevgili okurlar, Orta-Doğu bizi yakınen ilgilendiriyor; zira biz de oralıyız. İnsan dünyanın neresine giderse gitsin, fikri, düşüncesi, ideolojisi, inancı vessairesi ne olursa olsun; o insan ait olduğu topraklara görünmez bağlarla bağlıdır. Biz, birileri gibi özellikle ait olduğumuz kavimler üzerine kafa yormadık özellikle, yormayız da. İnsanlığa bir bütün olarak yaklaştığımızdandır herhalde. Bölge insanının (Orta-Doğu toplumlarının) hepsi adına iyiyi güzeli aradık daima. Aramaya devam ediyoruz… Fakat birey olarak her insanın somut olarak ait olduğu bir toplum da vardır elbette.

Ve, o topluma karşı sorumlulukları da aynı zamanda. Biz Kürt bireyleri belki de en çok bu hususu ıskaladık. Yeri geldi kendi kimliğimizden yoksun olduğumuzu unutarak, kendimizden büyük laflar ettik. Sözümona “Enternasyonalist!” olduğumuzu söyledik. Sonra, kendi gerçekliğimizi tanıdıkça o günkü halimizden, o zamanki tavır ve davranışlarımızdan utandık. Sonuç itibarı ile, yıllar sonra uluslararası sömürge olan topraklara ait olduğumuzu öğrendik.
Etrafımızdaki egemen devletlere rağmen, yine de yanıbaşımızdaki halklara kem gözlerle bakmadık. Davamızı onların davasıyla birleştirdik. İnatla, sabırla uyanmalarını bekledik. Zira onlarla kaderimizin ortak olduğunun farkındaydık. Onların da bir gün bu olgunun farkına varacaklarının umuduyla yaşadık hep. Gün oldu, kimi yaklaşımlara üzüldük.

Gün oldu biraz umutlandık. Uzağa gitmeye gerek yok. Şu son yüz yıllık geçmişi anlayalım yeter. Nelerimizden edilmemişiz ki? Yine de geçiyorum. Ne kavgalar yaşanmış, ne kanlar dökülmüş… ne oyunlar oynanmış, ne politikalar dayatılmış, bir bilsek… Neticede, İnişli çıkışlı bir yolculuğun sonunda bir kavşağa ulaşmış sayılırız.

Artık birbirimizi ayırd edebiliyoruz galiba. Kürd’e “Kürt”, Kürdistan’a “Kürdistan” demek, suç değill artık. Dün birbirimizi inkara yeltendiysek de, bu gün birbirimizin kimliklerinin farkındayız artık. Fakat hala, birşeyler olması gerektiği gibi gitmiyor nedense? Hala birileri olması gerekenin önüne set çekmek istiyor… Güven vermiyor. Düşmanlıktan vazgeçmiyor birileri hala… Ve sonunda, yarına dair beslediğiniz bütün güzel umutlar dağılabiiyor işte bir gün. Tıpkı Anadolu halklarının son iki yıldır “BARIŞ”a dair besledikleri umutlarda olduğu gibi!

İşte sevgili okuyucular, asıl vurgulamak istediğim şu:
Yaklaşık iki yıldır AKP hükümeti ve PKK arasında (bu işlerin doğası gereği) önce gizliden ve daha sonra açıkça kamuoyuna duyurulan “Barış Süreci,” bir çok provakasyona rağmen, iyi kötü bir merhaleye ulaşmıştı. Çokça art-niyetli olan kesimlerin dışında, vicdan sahibi olan herkesim “bu iş oldu olacak” diye beklerken, herşey birden bire değişiverdi. Bu tür durumlarda, kamuoyu ister istemez “acaba gidişatın bozguncusu kim?” gibi bir soruyu sormadan edemez. Evet o kamuoyu adına biz de soruyoruz:
Bu işin bozguncusu kim sahiden de?
Gizli yapılan görüşmeleri bilmiyoruz ama, genel olarak aktüaliteyi taakibeden birileri rahatlıkla bu sorunun cevabını verebilir diye düşünüyorum. Sözü sağa- sola bükmeden, doğruca olayların dikkat çekici yönlerine işaret etmek isterim.

IŞİD’in Musul şehrini düşürmesinden sonra hızla Irak’ta illerlerken, Güney Kürdistan’da Peşmerge ile dayanışmaya girerek Mahmur ve Diyala gibi şehirlerde kahramanlık destanı yazan HPG gerilalarının direnişi sonucu, PKK’nin konumu Batı Dünyası’nda tartışılır oldu. Bu durumdan iktidar partisi AKP ürkmeye başladı.
Doğrusu, Avrrupa Birliği ülkelerinin bazıları ve hatta Amerika Birleşik Devletleri’nin kimi kurumları PKK’nin “terör listesi”nden çıkarılmasını dile getirdikleri bir sırada, Birleşmiş Milletler toplantısında (24-25 Eylül 2014) konuşan Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan: “Bizim için IŞİD ne ise, PKK da odur!” gibi her kesime soğuk duş aldırtan bir cümle söyledi. Ardından, sanki aylardır bu örgütle görüşen kendileri değilmiş gibi art arda parti yetkilileri, bakanlar ve Başbakan bu ve benzeri terimleri tekrarladılar…
Bununla da yetinmediler. Yanıbaşlarında ölüm kalım savaşı veren KOBANE halkına karşı hasmane bir tavır sergilediler nedense?! Sınır boylarında Suriye’den gelen göçmenlerle toplantılar düzenlediler. En yetkili ağızlardan: “Ayn El Arab (Kobane) düştü, düşecek!” gibi, sınırın iki yakasındaki Kürt topluluğunu kahreden sözler sarfettiler…
KOBANE’ye KOBANE demeyi bile esirgemeyi, politik üsluplarına oturttular. Ve daha da ileri gidip, durduk yere Oramar bölgesinin kırsalını bombaladılar. Ardından da herkesçe bilinen olaylar dizisi gelişti işte…
Kobané olaylarından hareketle, Hüda-Par büroları ve taraftarlarına yapılan saldırıları kınıyorum. Bu olayların tamamıyla provakatörlerce yapıldığını düşünüyorum. Kürdistan yurtseverlerinin er ya da geç o provakatörleri açığa çıkaracaklarına da inanıyorum. Geçmişte yaşanan olaylardan derin derslerin alınmış olacağını düşünüyorum.
Unutmayalım! Kaybeden bu memleketin çocukları oluyor hep. Uyanalım artık! Bir kez daha yanlış yapma lüksümüz yok bizim… Geçmişte yaşanıp da neredeyse bir kan davası haline getirilen bu olaylardan bireysel olarak esef duyuyorum. Kanaat önderleri büyüklerimizin araya girerek bu işi halledeceklerini ümit ediyorum ve geçiyorum.

Toparlarsam eğer, şimdiye kadar yazdığım yazılar incelendiğinde, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin yeni yaşamımızda birçok tabuyu kırdığını vurgulamıştım. Attığı bütün pozitif adımları desteklemiştim. Çevremdeki bütün acımasız eleştirilere rağmen gördüğüm doğruları savunmuştum. Ancak, “Esas yaklaşımlar bıçak kemiğe dayandığı zaman görülür!” misali; şu son üç ayda her şey açıktan görülür olmuştur.
AKP hükümeti IŞİD ve Kürtler konusunda açıktan tercihini IŞİD’den yana koymuştur. KOBANE halkına yapılması gereken yardımları yapmadığı gibi, yapanları da (ABD ve Koalisyon güçleri dahil) eleştirmekten çekinmemiştir. Eleştrileri derinleşerek sürmektedir. AKP hükümeti, ABD ve Avrupa Birliği’nin Kürtlere yaklaşımlarından ürkmüştür, paniklenmiştir.
En yetkili ağızların konuşmaları dikkatle incelenirse, artık hükümet yetkilileri bir savunma paranaoyasına girmişlerdir. Doğruluk payı var mıdır yok mudur bilmiyorum ama, Devlet Sınırları’nın dağılacağı korkusunu yaşıyor, yavaş yavaş bunu açığa vurmaktadırlar.

Özcesi; IRAK ve SURİYE’den sonra, sıranın Türkiye’ye geleceği telaşını yaşamaktadırlar. Haksız da sayılmazlar hani. “Amerika Birleşik Devletleri, bize rağmen YPG’ye ve PYD”ye yardım etmiştir!” sözlerini doğru okumak gerekir, diye düşünüyorum. Kürtlerin çağımızın en barbar yapılanmasına (IŞİD’e) karşı direnişleri TC yöneticilerini sahiden telaşlandırmaktadır. Kobané’nin düşmemesi, Türkiye’yi derinden etkilemektedir.
Zira KOBANE’nin direnişi, sembolik olup bütün Kürdistan’ın direnişi biçiminde algılanmaktadır. KÜRTLER arasında birlikteliği sağlamaktadır ve Kürtler’i birazcık daha dünyaya tanıtmaktadır. Batılı devletler tarafından (1920-23 yıllarında) bölünen, inkar edilen unutulan, unutturulan bir halkın yeniden dünya arenasına çıkmasını sağlamaktadır KObané direnişi…

Ve Kürtler tanınırken, Türkiye Cumhuriyeti, yüz yıldır yaptıklarının altında kalmaktadır. İşte yaşamakta oldukları bütün korku ve panik bu yüzdendir. AKP ve ondan önceki yöneticilerin korkuları KÜRDİSTAN’DIR. Madem ki korku ve telaşları “Kürdistan”dır. O zaman söyleyelim. Alışsınlar biraz. Evet, Batı’nın böyle bir projesi oluşuyor! Yarının ne getireceği belli olmaz ama KÜRDİSTAN, yavaş yavaş kabul görecek gibi tartışılıyor.

Hem neden olmasın ki? Daha önce de yazmıştım. Madem ki uluslararası ilişkiler çıkar ilişkilerine dayalıdır, o vakit Kürt diplomatları da ona göre bir konsept oluştururlar… Oyunlar kurallarına göre oynanmalıdır. Yanlış yapan kaybeder. Türkiye, Kürt Hareketini Kobané’ye kilitleyerek, aslında sırf bir savunma ortamında tutmak istedi.

IŞİD’i de biiraz destekledi. Kürt Hareketi’nin burada yenilmesini bekliyordu. Ancak olmadı. O Kobané ki, bütün Kürdistan’nın perçimlenme destanı oldu. Onların oluşturduğu Kantonal Yaşam, farklılıkların birbirlerine toleransı üzerine şekillenmiştir.

Anadolu toprakları üzerinde yaşayan bütün halklar da, er ya da geç KOBANE yaşam biçimi ile tanışacak, ortakça yaşamanın ne olduğunu anlayacak; ayrı ayrı kimliklere sahip halkların, birbirlerinin değerlerine saygı göstererek yaşamasının olanaklı oduğunu dünya aleme kanıtlayacaklardır. Tıpkı İsviçre’de, Belçika’da, Fransa’da, Birleşik Kraliyetler’de, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve diğer bir çok memlekette olduğu gibi…

Derin saygı ve selamlarımla,
M. Zewal Doğan

Please follow and like us:
Pin Share
Editör hakkında 223 makale
Bilen bilir

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın