HALKLARIN YARINLARI KENDİ ELLERİNDEDİR

Politikasında şefaflık olmayan ülkelerde sular durulmaz. Türkiye’de  siyasi çalkantı suretle devam etmektedir. Elbette ki Türkiye, dünyadaki ve bölgesindeki gelişmelerden bağımsız ele alınamaz. Türkiyenin etrafı barut fıçısı gibidir. Zira bu bölgenin devlet sınıları tamamen yapma tamamen zorlama sınırlar olup, halkların iradesinin dışında kararlaştırılmış sınırlardır. Burada gerçekleşen tamamıyla hesaplı bir paylaşımdır. Toplumları kasıtlı olarak birbirlerine muhalif eden bir siyaset güdülerek bu durum yaratılmıştır. İstense hemen bir ayda, bilemediniz üç ayda halledilmeyecek bir mesele yoktur aslında bölgede. Ayları da geçiyoruz yıllara yayıp çözebilirler, istenirse eğer.
Düşünün ki bir Filistin-İsrail sorunu (öncesini saymazsak) 1948’den beri kah ısıtılarak kah soğutularak on yıllara yayılmış bu konuda hala derli toplu bir çözüm aşamasına varılamamıştır. Bu bölgenin (kadim Orta-Doğu topraklarının) en bariz gerçekliği; birden çok etnik köken ve birden çok inanç gruplarının bir arada aynı topraklar üzerinde barındığı gerçeğidir. Hal böyle olunca da işin olurundan çok, “Bu farklılıları nasıl karşı karşıya getirir ve nasıl bir birlerine kırdıtırız?!” politikaları esas siyaset olmaktadır.
Bu hususta, sorunu dışarılardn aramak işin kolayına kaçmaktır. Esas olan bölge halklarının kendi uyanışlarıdır.  Zira artık klasik sömürgecilik çağı aşılmıştır. Günümüzün en etkin ağı, modern ticaret ağıdır. Yani, yeni tüketim alanlarına açılıp pazarlama ağı günümüzün ilişki ağıdır. Günümüzün uluslararası ilişkileri, tamamen stratejik çıkar ilişkileridir. Diplomaside duygulara yer olmadığı gibi, “haklılık, meşruluk” gibi kavramlara da yer yoktur. Tamamen ekonomik ve ssiyasal çıkarlar söz konusudur.
O halde eski klasik jargonları tekrar etmenin bir anlamı yoktur. “Anti-sömürgeci, Anti-emperyalist” gibi söylemler fiiliyatta anlamını yitirmiştir. Tarihe kısa bir tsavvur yolculuğu yaptımızda, klan-kabilelerde oluşan beylilikler, dar alanlı devletçiklerin ortak ilişkilerine rastlıyoruz. Bugün de şu çağda, dışarıdan bakılınca büyük devletlerin ilişkileri gibi görünse de, aslında uluslararası ticaret şirketlerinin dizayn ettiği ilişkiler ağını yaşamaktayız. Bütün bunlar birilerimize spekülasyon gibi gelebilir. Ama derinlikli olarak incelerseniz altını çizmeye çalıştığım hususların hiç de yabana atılır  olmadığını rahatlıkla göreceksiniz. O halde atmamız gereken en bariz adım,  kitlelerimizi kendi gerçeklikleri bazında uyandırmak, birbirlerine yakınlaştırmaktır. Üzerinde yaşadığımız coğrafyalarda yaşayan bütün halklar olarak; dinlerimiz-inançlarımız, dillerimiz, renklerimiz, ırklarımız, kökenlerimiz vessairemiz, farklılıklarımız ne olursa olsun, toplumsal bir harmoni poluşturmak, birlik bir sosyaliteye kavuşturmaktır. Aslında bugün ROJAVA KÜRDİSTAN’ında yaşanan budur.
Orada atılmak istenen adım budur. Orada yaşayan bütün halkların ortak bir yönetim erkine kavuşması, halkların kendi iradeleri ile ikidar olamsı somutluk kazanmaktadır. Bu durumda, orada yaşayan halklar kendi iç sorunlarını çözerek oz-güvenlerini kazandıkça, dışarıdan bölgeye bakan (güç odakları dediğimiz) kesimler, yaklaşımlarını tartarak ilişki kurmaya çalışacaklardır. Nerede kaos varsa, orada oz-güven yok demektir. Nerede didişme varsa, birbirlerine hüsumet duyan topluluklar varsa, oralar dışarıdan birilerinin müdahalesine açık demektir.
İşte tam da bu noktada Türkiye’de Devlet’i ve 12 yıldır hükümet eden iktidarı anlamaktan zorlanıyoruz. Aslında yıllarını halkların birlikteliğine adamış olan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın BARIŞ adına sunduğu “yol haritası” altın bir tepside sunulan bir fırsattır. Bunu doğru değerlendirmek bir yana, fırsattan istifade “Acaba nasıl bitiririz?!” üzerinde kafa yoruldu. Onca zaman heba oldu.
Onca maddi ve manevi olgunluk yozlaşmaya, çürümeye terk edildi. İşte yukarıda, ROJAVA’da verdiğimiz örnek, beraberce yaşam, kardeşlik temelinde yaşam, demokratik bir ortamda yaşam, Sayın Öcalan’ın pratikleştirmek için yıllardır yürüttüğü düşüncelerinin, fikirlerinin hayat bulmasıdır. Bunun neresi yanlıştır? Kim, neden bu birlikteliğe düşman olsun? Eğer aklımızda zorumuz yoksa, biz Anadolu Halkları olarak, Halkların Demokratik Partisi etrafında kenetlenirken, dışımızda kalan (ulaşabileceğimiz) bütün kesimlere ulaşabilmeli, sadece anlatarak değil, yaşatarak tattırmalıyız. Özgürce beraberlik böyle bir şey işte…
NOT. Halklarımızın Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın tecrit edilmesi, avukatları ve yakınları ile görüştürülmemesi siyasi bir skandaldır. O ki BARIŞ’tan öte bir şey talep etmiyor. “Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Toplum!” diyor.
Sayın Öcalan’ın serbest kalması, hem Anadolu halklarının, hem de bütün Ortadoğu’nun huzura kavuşmasına öncülük edecektir. Bu hususta kampanyalar mevcuttur. Ancak bendeniz başka bir yöntem içeren bir kampanya başlatılmasını önermek  istiyorum. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne birer mektup yollayalım. Yarından tezi yok, demokratik kurum ve kuruluşlar kendi logoları ile, halkımızın bireyleri ise tek tek kendi isimleri ile birer mektup yazarak aşağıdaki adrese gönderelim. Mektuplarımız, herhangi bir dilden olabilir. Kürtçe, Türkçe, Lazca, Ermenice,  Arapça, İngilizce, Fransızca…
Farketmez. KÜRDİSTAN HALKININ ÖNDERİ SAYIN ABDULLAH ÖCALAN’A ÖZGÜRLÜK İSTİYORU(Z)M  Binlerce, yüzbinlerce mektup göndermeniz dileğiyle.
Nelson Mandelaya bakınız!  1962’de tutuklandı, 1990 yılında serbest bırakıldı. 1994 yılında Devlet Başkanı seçildi. Bu örneği de ilişkilendirebilirsiniz.
Derin saygı ve selamlarımla,
Mustafa Zewal Doğan
Please follow and like us:
Pin Share
Editör hakkında 223 makale
Bilen bilir

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın