ŞİDDET GÖREN KADINLARIN SESİ


Daha 21 yaşımdayken Ahmet’le tanıştım. Ahmet kocaman yapısı ve güçlü kaslarıyla hemen ilgi çekiyordu. Ahmet 2 metre boyunda, 135 kilo ağırlığında dev gibi bir adamdı. Vücut geliştirici sporlar yaptığı ve steroid hapları kullandığı için çok güçlü kasları vardı.

Ahmet o kocaman gövdesinin aksine çok nazik ve kibar bir adamdı. Ayrıca çok nüktedan ve esprili bir beyefendiydi. Sinema salonunda film seyrederken tesadüfen yan yana oturuyorduk. “Hanımefendi sizinle tanışabilir miyim? Ben Ahmet, sizin adınızı öğrenebilir miyim?” dedi. “Benim adım Ayşe, bir güzellik salonunda çalışıyorum.” Diyerek kendimi tanıttım.
Daha sonraları sık sık görüşmeye, birlikte gezmeye, tiyatro ve sinemaya gitmeye, kütüphaneye gitmeye başladık. Her ortamda bana çok kibar davranıyordu. Duruma uygun fıkra ve nüktelerle beni güldürüyor ve mutlu ediyordu. Yeni durumlara ayak uydurmakta zorluk çekmiyordu. Her zaman benim istek ve hayallerim doğrultusunda hareket ediyor, her hali, her tavrı, her söylemi ve her planıyla beni mutlu etmeye çalışıyordu. Altı ay kadar bu bağlamda aşkımız büyüyerek birlikteliğimiz devam etti. Nihayet hayatı birlikte daha yaşanır hale getirebileceğimizi düşünerek evlenmeye karar verdik.
Cicim aylarında evliliğimiz mükemmel bir güzellikte ilerledi. Ufak tefek tartışmalar dışında evliliğimizi sarsacak hiçbir tatsız olay olmadı. Her şeye rağmen birçok çiftin gıpta ettiği bir evlilik sürdürüyorduk. Birlikte yemek yapıyor, birlikte etkinliklere katılıyor, birbirimize olabildiğince çok zaman ayırıyorduk.
Bir Pazar günü arkadaşım Emine’nin doğum günü partisine gittik. Sohbet sırasında eski bir erkek arkadaşımdan söz edildi. Gayrı ihtiyari Ahmet’e baktım. Ahmet kızardı, saçları diken diken oldu, burnundan solumaya başladı. Birden bire bağırarak “ Seni gidi fahişe, oruspu! Bana bunu da mı yaptın. Bugüne kadar kaç erkekle yattın?” diyerek saçmaladı. Beni hiç acımadan bahçedeki dikenli çalıların içine attı. Yepyeni ve korkunç bir durumla karşılaşmıştım. Çok şaşırmıştım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Ahmet’in nasıl bu hale geldiğini anlamakta güçlük çekiyordum. Ben sarışın, mavi gözlü, kumral saçlı, 170cm boyunda alımlı bir kızdım.

Fazlasıyla nazlı ve işveliydim. Erkeklerin bakmadan geçemeyeceği bir kızdım. Bu anlamda daha önceleri başka erkeklerin bana bakmış olması, bana sevdalanmış olmaları kadar normal bir şey olamazdı. Önemli olan Ahmet’le ilişkim sırasında Ahmet’e sadık kalıp kalmadığımdı. Ahmet’e son derece sadıktım. Ahmet’le tanıştıktan sonra hiçbir erkeği gözüm görmemişti, sanki gözüme mil çekilmişti. Dünya sadece Ahmet’ten ibaretti. Ahmet’in doğum günü partisindeki bu tavrını kıskançlığına bağlamış, bir öfke patlaması olarak algılamış, gelip geçici olduğunu düşünmüştüm.
Ahmet kıskançlık krizinden kurtulamadı. Her fırsatta bahaneler uydurarak beni rencide etmeyi sürdürerek psikolojik ve fiziki şiddet uygulamayı sürdürdü. Artık cicim aylarımızdaki herkesi kıskandıran aşkımızın yerinde yeller esiyordu. Bizi tanıyanlar nasıl bu hale geldiğimizi merak ediyorlardı. Zaman hızla ilerliyordu.

Evliliğimizin üzerinden 13 ay geçmişti. Evliliğimizin son 6 ayında hayat bize zehir zemberek olmuş, yaşadığımız o masal gibi aşkı burnumuzdan fitil fitil getirmiş, bize kan kusturmuştu. Bu arada Leyla ile Mecnun’u kıskandıran aşkımız meyvesini vermişti. 7 aylık hamileydim. Bir oğlumuz olacaktı.
Hamileliğimin 7. ayında Ahmet yine kıskançlık krizine yakalandı. Bana “sen beni her zaman aldatıyorsun. Beni hiç sevmiyorsun. Emin değilim, ama beni boynuzlamaya devam ediyorsun.” Diyerek boğazıma yapıştı, beni kaldırıp bir taş atar gibi yere fırlattı.

Bu yetmezmiş gibi yerde tekmelemeye, yumruklamaya başladı. Her tarafım morarmış, kan ter içinde kalmıştım. Neye uğradığımı bilmemiştim. Yerden kalkacak takatim kalmamıştı. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Ahmet beni kucaklayıp kaldırdı ve sandalyeye oturttu. Karşımda diz çökerek hüngür hüngür ağladı ve onlarca kez özür diledi. Ben onu anlamaya çalışırken Ahmet “Bak sevgilim, ben şiddet uygulanan bir ailede büyüdüm. Babam anneme hep şiddet uygulardı. Bu olayın etkisinden kalmışım. Bazen kendimi kaybediyorum, ne yaptığımı bilmiyorum. Aslında ben seni hiç kimsenin eşini sevemediğinden çok seviyorum. Bundan sonra sana karşı daha sevecen davranacağım ve sana şiddet uygulamayacak, seni üzmeyeceğim. Ne olursun aşkım beni bağışla.” Dedi.
***
Ahmet yaptıklarını unutmak için kendisini alkole verdi. Her gün aşırı derecede alkol alıyordu. Ne bulursa onu içiyordu ve içtikçe kendinden geçiyordu. Asgari ücretin dışında bir geliri olmadığı için yeteri kadar içki alamıyordu. Alkol krizine girdiğinde Ayşe’den para istiyor, alamadığı zaman yine Ayşe’ye kızıyor, sövüyor, rastgele dövüyordu. Alkolün de etkisiyle Ahmet’in uyguladığı şiddet ve istismar artarak devam etti. Ahmet, şiddetin dozunu kaçırdı. Sık sık kafama vuruyor, yüzüme tükürüyor, saçımdan tutup yerlerde sürüklüyordu.

Bu yetmezmiş gibi karşı duruşuma rağmen cinsel istismarda bulunuyor, tecavüz ediyordu. Her defasında pişmanlık duyarak “ beni bağışla aşkım, şiddet dolu bir ailede büyüdüm. Bunları isteyerek yapmıyorum.” Diyerek özür diliyordu.
Her şeye rağmen Ahmet’in aşkına, evliliğine sahip çıkacağına ve hayata sarılarak düzeleceğine inandım. Olabildiğince hoşgörülü davrandım. Tüm çabalarıma karşın Ahmet düzelmedi, aksine gün geçtikçe alkolün de etkisiyle işini, ailesini, çocuğunu özcesi hayatı ıskaladı. Gözü alkolden başka hiçbir şeyi görmüyordu.
Artık 30’lu yaşlardaydım. Oğlumuz Ali 8 yaşındaydı. Ali bütün bu işkenceleri görüyor hayattan soğuyordu, ama bu durumu kanıksamaya başlıyordu. Ali yarına güvenle bakamıyor, içine kapanıyor, pısırıklaşıyordu. Bu durum Ali’nin okuldaki başarısını olumsuz etkiliyordu. Ali’nin geleceği beni kara kara düşündürüyordu. Geceleri uyuyamaz oldum. Sabahlara kadar yataktan dönüp duruyordum. ‘Hayatım harap olup gidiyor.’ düşüncesiyle Ahmet’ten ayrılma senaryoları kuruyordum. İşin içinden çıkamıyordum.

Ali’nin babasız kalması beni karasız kılıyordu.
Bir Haziran günü Ahmet aniden öfkelenerek benim boğazıma sarılarak beni boğmaya çalıştı. Nefes almakta zorlanıyordum. Bitişik odada uyuyan oğlum bu sesi duyunca korkuyla yatağından fırlayıp geldi. Ahmet oğlunu görünce benden özür diledi. Ali aile içi şiddeti kanıksamaya başlamıştı, ama olayın etkisinden kurtulamıyordu. Ali’nin durumu Ayşe’yi çok olumsuz etkiliyordu.
Defalarca emniyete başvurarak kocam tarafından bana işkence yapıldığını, hayatın çekilmez hale geldiğini söyledim. Her defasında emniyetteki görevli bir abi edasıyla “Ailede böyle şeyler olur, kocandır hem döver, hem sever.” Diyerek eve gönderiyordu.
Ahmet bir gün benim saçımdan tutup mutfağa doğru sürüklemeye başladı. Ahmet bileğini kesecek diye düşündüm. O sırada Ali odasından çıkıp yanımıza gelerek neler olup bittiğini sorgulamaya başladı. Ben “hadi durma, oğlunun önünde kes .” diye bağırdım. Ahmet’in bunu yapmayacağını düşündüm. Yanılmıştım. Ahmet oğlunun önünde bıçakla bileğini kesti. Ambülans çağırdım. Hastaneye götürdüm. Ahmet hafif yaralanmıştı. Dikiş atıldıktan sonra taburcu oldu. Eve döndük.

Hayat çekilmez olmuştu. Bu hayattan kurtulmalıydım. Evde kalmanın verdiği korku Ahmet’i terk etmenin verdiği korkudan daha büyüktü. Günlerce düşündükten sonra her şeyi göze alarak mahkemeye boşanma dilekçesi verdim. Ahmet bunu öğrenince beyninden vurulmuşa döndü. “Senin için bir tek kurtuluş vardır; o da tabut yolculuğudur.” Dedi.
Ahmet bir keresinde elbiselerimin üzerine çamaşır suyu attı. Başka bir sefer kezzap attı, şans eseri kezzap üzerime dökülmedi.
Artık birlikte yaşamak imkânsızdı. Ahmet evden ayrılarak ablasının yanında yaşamını sürdürmeye başladı, ama sürekli olarak beni takip ederek taciz ediyordu. Bir yaz günü güzellik salonunda çalışırken tam da müşterinin saçının boyasını bitirmiştim ki aniden Ahmet’i kapının önünde görmüştüm.

Ahmet’in dev cüssesi kapının aralığını doldurmuştu. Ahmet bana doğru gelerek elindeki çantadan pompalı tüfeği çıkardı. Ben korkudan bağırdım. “Dur yapma!” dedim. Tüfeğin dipçiğiyle rast gele kafama, koluma, bacağıma vurmaya başladı. Kendimi korumaya çalıştım, ama çabam sonuç vermedi. Ahmet hem vurmaya devam ediyor, hem de “Seni seviyorum Ayşe, seni seviyorum Ayşe.” Diye bağırıyordu. ‘Ayşe seni seviyorum.’ Bağırtıları arasında Ahmet tüfeği bana doğrulttu ve defalarca ateşlemeye başladı.
Bacağımdan vurulmuştum.

Bacağım param parça olmuştu. Kollarımda ezikler vardı. Yüzüm gözüm kanlar içerisindeydi. Ambülans çağrılmış, hastaneye götürülmüştüm. Perişandım, ama şanslıydım. Ölmemiştim. 8 saat süren bir ameliyat geçirdim. Aylarca tedavi gördüm. Daha sonra Ahmet’in ormana giderek aynı tüfekle kendisini vurup intihar ederek öldüğünü öğrenmiştim. Kalbim burkulmuştu, ama daha kötü olayları yaşamayacağım, oğlumu korkusuz büyüteceğim için sevinmiştim.
Çok uzun süren tedaviden sonra eve döndüm. Ali babasının yaptığını bir türlü hazmedemedi. Geceleri kâbus görmeye başladı. Her gün bağırarak uykudan uyanıyor, ondan sonra uyuyamıyordu. Ali, yemiyor, içmiyordu. Odasından çıkmayan Ali zayıflamış, bir deri bir kemik kalmıştı. Tüm çabalarıma rağmen doktora gitmeyi kabul etmemişti.
Kontrol için doktora gitmiştim.

Eve döndüğümde evin önünde korkunç bir kalabalıkla karşılaştım. Sorduğumda korkunç gerçekle yüzleştim. Oğlum Ali babasının intihar ettiği yere giderek yüksek bir kayadan kendisini boşluğa bırakmış ve acı bir şekilde can vermişti.
On yıl hayatı paylaştığım eşimi ve beni hayata bağlayan biricik oğlumu kaybetmiş, sudan çıkan balığa dönmüştüm. 10 yıl sürekli işkence görmüş, tüm zorlukları tek başıma göğüslemeye çalışmıştım.

Ayakta durmakta zorlanıyordum. Beni hayata bağlayan bir dal aradım.
İşkenceye karşı tek başıma mücadele etmiştim. Benim durumumda olan, hatta benden daha kötü durumda olan sahipsiz binlerce kadın vardı. Hayatta kalabilmek için ve yaşamımın bir anlamının olması için kadın haklarını savunan derneklerde çalışmaya, sesini duyuramayan kadınların sesini duyurmaya çalıştım. Artık hayatta kalmam için önemli bir sebebim vardı…
10 Haziran 2020 Tapkıran Köyü


Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın