ANADOLU`DA YENİ SOL ARAYIŞLARI

Değerli okuyucular merhaba! İnsanoğlunun toplumsal olarak beraberce yaşama bilincine kavuşmasının üzerinden binlerce yıl geçmesine rağmen; karşılıklı ve sağlıklı bir güven arayışı, huzurlu ve mutlu bir yaşam arayışı başlangıçtaki hızından hiç birşey kaybetmeden devam etmektedir. Bundan tam on-beş yıl önce, “İnsanoğlu, yeryüzünün en barbar yaratığıdır!” diye yazmıştım, “TAHTALLI” adlı kitabımda. Bu fikrimi bugün, birkez daha söyleme gereği hissediyorum. İnsanoğlundaki gizli bireysel ego, ne pahasına olursa olsun sınırsız sahip olma hırsı… özel mülkiyet ve hükümranlık güdüsü, insani değerleri bir kenara iten etkenler olup; insanoğlunun ne kadar vahşi bir varlık olduğunu fazlasıyla ispatlamaya yetmektedir zaten. Sahip olma hırsıyla, milyonlarca insanın hayatına mal olan Birininci Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılını doldurmaya aylar kala, dünya dengeleri henüz yerli yerine oturamamıştır hala bir türlü. Adı üzerinde: “Paylaşım savaşları” olarak adlandırılıyorlar o dönemler. Birincisi yetmediği gibi, yirmi yıl sonrasında; ikincisi de reva görüldü savunmasız olan milyonlarca insana… Onlar adına utanıyorum, bir insan olaraktan!

Sevgili okur-yazarlar, yukarıda vurgulamaya çalıştığım husus ne yazık ki adı konulmamış da olsa, günümüzde hala devam etmektedir. Bugün yaşanmakta olan gizli savaş, fiziksel tahribatları o kadar güçlü olmasa da, pisikolojik boyutuyla daha derinlikli bir merhalede yürümektedir. İnsanın insana olan kastı bitmemiştir ne yazık ki hala… Teoremde, yeryüzündeki ve yeraltındaki bütün zenginlik kaynakları hepimizindir ve ortaktır. Ancak ne var ki, süreçle sahip olma hırsı ve hükümranlık güdüsünden hareketle, insanlar arasında oluşturulan sınıf ve tabakalar arası kavgalar birbirlerini yok etme pahasına kıyasıya bir mücadeleye dönüştürülmüştür.  Ve insanoğlu, çıkarı uğruna kendi ırkının düşmanı olduğunu defaatla kanıtlamıştır, kanıtlamaktadır… Adaletsiz ve dengesiz olan bu gidişatın bir düzene konulması adına, binlerce yıldır geliştirilmekte olan girişimler kendi ırkının içerisinde sıyrılıp, “efendi” konumuna gelmiş olan sınıfların şiddetli tasarruflarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Bilindiği üzere, 19. ve 20. yy’ da (on-dokuzuncu ve yirminci yüzyılda Marks, Engels, Lenin… tarafından) bu gidişatın tespiti yapılarak, insanlar (topluluklar) arasındaki bu dengesiz terazinin düzeltilmesi adına teoride ve pratikte girişimler yapılmış, ancak fazlaca hayat bulamamıştır. Sınıfsızlık adına hareket eden kimseler, kendi güçlü sınıfını oluşturmuş, diğer sınıflara karşıt bir konuma gelmişlerdir. Sonuç itibarı ile halklara sunulan, sunulmak istenen “sosyalizm” reçeteleri de iflas etmiştir! Biliyoruz ki bugün, huzur güven ve adalet adına geldiğimiz nokta, ne bu arayışların başlangıcıdır, ne de sonu olacaktır. Her çağın, her dönemin kojüktürel olarak arayış metodları farklı olacaktır. Elbette ki bugüne kadar yaşanan, yaşanmış olan bütün örneklerden ve tecrübelerden ders alınarak yola devam edilecektir. Günümüz dünyasını az çok yaşanılır kılan filozofi, bütün eksiklerine rağmen yine de “sol” felsefesidir. Bütün dünya insanlığını ilgilendiren bu hususu, ülkemizdeki gelişmelere indirgeyerek bitirmek istiyorum. Zira ülkemizdeki gelişmeler son derece hassastır.

Sonuç olarak, esas vurgulamak istediğim konuya dönersem eğer; ülkemiz Anadolu’da, “sol” adına ciddi bir arayış vardır. Günümüz dünyasındaki “Sol ideolojisi,” kimi istisnaların dışında; kendisini “demokrasi” veya “sosyal demokrasi” olarak tanımlamaktadır. Ülkemiz’de bu kavramlar fazlaca kitleler tarafından anlaşılmadığından, kimin ne savunduğu da pek farkedilmemiştir. Örneğin, devletçilik adına en katı fikirlerin savunucusu olan Cumhuriyet Halk Partisi, bir asırlık zamana yakındır, “sol” adına kitlelere kan kusturmuştur. Zira CHP, ordunun üniformasız temsilcisidir. Sol maskesiyle politika yapan CHP, kendisinin dışına taşan “sol” yapılanmaları marijinalleştirmiştir. Bir türlü kitleselleşemeyen “marijinal sol” teoremde, söylemde ne kadar kulağa hoş  gelen sözler sarfederse etsin; bir türlü halk temsilciliğine ulaşamamıştır. Son otuz yılı aşkındır, Anadolu “sol hareketini” bünyesinde barındıran tek akım, Kürtler olmuştur. Bunun da sebebi açıktır! Devlet’in, Kürt halkına karşı yaklaşımında (sınıf ayırımına bile gitmeden) açıktan faşizan yüzünü göstermesidir. Devlet adına, başta kimliği olmak üzere; Kürtler’e ait olan herşeylerini kabaca inkarıdır… Bugün Türkiye politikasını belirleyen esas güç, yine Kürt Halk Direnişidir! 1920’lerde, 23’lerde kurulan Türkiye Cumhuriyet’i, demokrasi ile yeni  yeni tanışmaktadır. Kabul edilsin yada edilmesin, bu gelişmeler Kürt Halkının direnişi sonucudur. Anadolu halkları demokrasi kapılarını yeni yeni zorlamaktadır. Bütün eleştirilerimize rağmen, bugün  Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarda olması, bir tesedüf olmadığı gibi; Anadolu halkları için de bir avantajdır. Zira, fosilleşmiş sorunları olan memleketlerin, en zor sorunlarını en geniş halk tabanlarına sahip partilerin eliyle çözdükleri sıklıkla yaşanmış olan gerçeklerdir. İspanya ve İngiltere, buna en güzel örnekler teşkil etmektedir. Çok uzun konu olduğundan, girmeyeceğim.
Anadolu’da “sol” adına bir boşluk vardır. Ne yazık ki, bunu yine de AKP’nin kendisi doldurmaya çalışmaktadır. Zira CHP, bütün ilerici söylemlerine rağmen; 1930’lara takılıp kalan, statükocu ve gerici bir partidir. Bugün, Anadolu’daki “sol” boşluğu doldurma adına yola çıkmış olan HDP (Halkların Demokratik Partisi)’ni selamlarken, umuyorum ki yıllar öncesine saplantılı olan “klasik sol” anlayışından ziyade, Anadolu halklarının bütün sınıf ve katmanlarını kapsayan bir anlayışla, çağın istemlerini gözönünde bulundurarak hareket eder ve sahiden de AKP’ye muhalefet edebilecek bir konuma ulaşır. Böylesi bir gidişatın iktidar partisinin yükünü hafifleteceği gibi, kapıları zorlanmakta olan demokrasinin eşiğinden içeri adım atılmasını da sağlayacaktır. Yüzyıldır, tek tipçi anlayışın pençesinde inin inim inleyen Anadolu Halkları gerçek temsilcilerine kavuştuğunu anladığı an, hayatın çarkları bir başka dönecektir… Halkların birbirlerini kucakladığı ve umut çiçeklerinin yeniden yeşerdiği günler hepinizin olsun!

Derin saygı ve selamlarımla,
M. Zewal Doğan

Please follow and like us:
Pin Share

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın