Güzel ve güneşli bir pazar gününe uyanıyor Fransa. Nadiren görülür böylesi günler bu topraklarda. Seçim var bugün. Yerel seçimler. Ben de kalkıyorum. Hafta sonları adet edindiğim üzere kahveye uğruyor, sabah kahvemi içiyorum. Ardından, bitişikteki blongeri’ye (fırına) giriyorum. -Fransız kültüründen etkilenme olsa gerek- sıcak ve taze kokan krovasan’la çokolatalı ekmek alıyorum, fırında. Eve doğru yürürken, ikamet ettiğim kasabanın belediye başkan adaylarını selamlıyorum.  Hepsi de durgun olmalarına rağmen, canlı görünüyorlar. Gülümsüyorlar… Ayaklı metal bilbordların üzerine, en doğal halleriyle gülümseyen resimleri (posterleri) yapıştırılmış yan yana duruyorlar, dostça. Her bir resimin altında partilerinin isimleri ve amblemleri var. Her  partinin kısa cümleli sloganı ayrı olsa da amaçları aynı, aşağı yukarı… Sloganlar, gelecek adına hizmet vaadi  içeriyor anlaşılan. Resimlere bir daha bakıyorum. İçlerinden yalnızca birisni tanıyorum. Oturduğum beldenin Belediye Başkanı. olan Mr Obray. Sağ görüşlüdür, Belediye başkanımız (UMP)’den. Hava güzel ya, doğa biraz daha canlı görünüyor sanki. Dört metre uzağımda akan Sen nehrinin suları parıldıyor güneş ışınlarının huzmelerinden. Karmaşık kuş sesleri duyuluyor sabah sabah. Güne uyanan insanlar güneş ışınlarının uyandırıcı etkisiyle sokaklara fırlıyorlar. Sanki randevulaşmışçasına, mahallenin merkez kahvesine uğruyorlar. Selamlaşıyorlar birbirleriyle… Fırının önünde sıra bekleyen kimseler dahil; genellikle  yaşlı insanlar görüyorum etrafta. Bilbordların önünden yavaş admlarla ilerlerken, benim gibi oradan geçen kimselere bakıyorum. Ellerinde kahvaltılık poşetleriyle onlar da yavaşlıyorlar belediye başkanı adaylarının izasına geldiklerinde. Biraz kıyaslama da yapıyorlar adaylar arasında, yüksek sesle istişare ederekten. Hiç de partiler, ideolojiler üzerine yorum yapmıyorlar, hiç kafa yormuyorlar bu hususta. Onlar, daha çok resimlerdeki bireyleri konuşuyorlar, tanıdıkları kadarıyla onların mesleklerinden söz ediyorlar, kabiliyetlerinden, hünerlerinden bahsediyorlar… Seçimler başlamıştı bile. Günlerdir ekran başında gördüklerimi düşünüyorum eve doğru yürürken. Şu yadellerde gördüklerimi memleketimin kanallarıyla kıyaslıyorum. Fransa’da seçim var mı yok mu, belli değil. Kimseler konuşmuyor pek, tartışmıyorlar bizim gibi. Tabii ki her akşam haberlerden sonra debalar yapılıyor ekranlarda, farklı partilerden kimseler programlara çıkıyor fikir beyan ediyor projelerini seçmenlerine sunuyorlar. Fakat kimse kimseyi hırsızlıkla suçlamıyor. Kimse kimseyi bölücülükle itham etmiyor, kimse kimseyi vatana ihanetle teşir etmiyor binlerce öfkeli insan kalabalığı karşısında… İnsanlar sakin. Politikacılar sakin, halk sakin buralarda. İşte şuracıkta akamakta olan Sen Nehri’nin durgun sularından farksız gibi yaşıyorlar adeta. Savaşa hazırlanır gibi değiller. Kavgaya koşar gibi gitmiyorlar seçim sandıklarının bulunduğu alanlara… Okullara, belediye binalarına… Eşimle ben de gidiyoruz bir kaç saat sonra oy kulanmaya. Belediye binasının merdivenlerini çıkarken, yüzlerinde neşe saçan insanlarla karşıllaşıyoruz. Onlar oylarını kullanmış, gidiyorlar. Biz geliyouz. “Bonjours!” “Bonjours!” Selamlaşıyoruz karşılaştığımız kimselerle. Hangi partiye, hangi adaya oy kullandıklarını bilmiyoruz binadan ayrılanların. Onlar da bilmiyorlar hangi adaya oy vereceğimizi… İlgilenmiyorlar, ilgilenmiyoruz birbirimizin kişisel tercihleriyle. Sıramızı bekleyip içeri geçiyoruz. Eşim soruyor bana sessizce bu kez! Sanki aynı evde yaşamıyoruz, sanki beraberce şuraya kadar gelmemişiz gibi… kime oy vereceğimi öğrenmek istiyor. Gülümsüyor, fısıldayarak sorusunu sorduktan sonra. İçten içe gururlanıyorum, tam bir demokrat olamasam da demokrasinin eşiğine adım attığımı sezinliyorum sanki. Yanımdaki insanlara, “İlla da şu partiye oy vereceksiniz!” demiyorum demek ki… “Oyumu kullandıktan sonra söylerim” diyorum. Şuradaki sükunet ortamını solurken, bir kez daha memleketimin harrı-gürrü’nü düşünüyorum yine. Laf aramızda ama, heyecanlarını yitirmiş olan şu kimselerdense, memleketimin hareketli insanını tercih ediyorum nedense. Gecikmiş de olsalar, kendi geleceklerini belirleme adına bilinçlice sandık başına koşan, heyecanlı topluluğumuzu daha çok tercih ediyorum. Buralarda, bu işler o kadar da önemsenmiyor artık sanki. Belki de seçim sistemleri güvenirlik kazanmış; idare etme ve edilme taşları yerli yerine oturmuştur buralarda. Örneğin bir parti başkanı: “Elektrikler kesilirse eğer, sandıkların üzerine oturun!” demiyor buralarda. “Çay içmeyin, yemek yemeyin, nöbet tutar gibi, sandıkların başında nöbet tutun!” da demiyor kimse buralarda. Liderler, boğazlarını yırtaraktan rakiplerine saldırmıyor, gerçek veya sunni rakiplerine kin kusmuyorlar bu toplumlarda. İnanın sevgili okuyucular, Fransa’da da yerel seçimler var ama, bu memleketin seçim haberlerinden ziyade, Türkiye seçimlerine ilişkin kareler yakalarsınız daha çok görsel ve yazınsal medyada. Her şeye rağmen, toleranslı bir yaklaşım sahibi olup, ne istediğini bilen kimselere ulaşmak adına bizim coğrafyanın insanını sakin olmaya davet ederek bitirmek istiyorum. Kime oy verdiğimi merak eden olur diye, söylemeden geçmeyeyim. Eşim sosyalistlerin adayı Bayan Thulle’e oy vermiş. Bana gelince. Kimilerine tuhaf geleceğini biliyorum ama, ben, genel seçimlerde sosyalistleri desteklemişken, yerel seçimlerde bir önceki belediye başkanımız olan Mr Obray’a oyumu verdim. Zira yerel seçimlerde, ideolojisi ne olursa olsun, hizmet esastır benim için… M. Zewal Doğan

Please follow and like us:
Pin Share
Editör hakkında 223 makale
Bilen bilir

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın